17 Ağustos 1999... Miras bir yara bize bu tarih. Göğsümüze damgalanmış bir acı. Alınması gereken 'en önemli' ders. 6 Şubat 2023... Senaryo aynı, acı aynı, verilen ders aynı; ama alınmadıkça nafile...
Tedbirsizliğimizden yakınacak oluyorum ancak bu birkaç salise tutunabiliyor dilime. Şu an düşünebildiğim tek şey ölüme karşı 'onlara' nasıl siper oluruz? Onlar diyorum ama doğrusu 'biz' olacak.
Çünkü ülkemiz, başımıza yıkıldı; kimse kurtulamadı.
Ne var ne yok topluyoruz evimizde, kazak, bere, bot... Komşularla birleştirip götürüyoruz yardım toplama noktalarına. Bir yığın yardım kolisi. Yüreğimizde tek yapraklı bir çiçek açıyor, onun da boynu bükük ama henüz hayatta. Bir işe yaradığımızı hissediyoruz, ta ki önümüzde bir video düşene kadar.
Gazete Oksijen
"Burada kimse yok! Yapayalnızız"... "Yola çıktık" diye iç geçiriyoruz, "Geliyoruz"... Sonra "Üşüyoruz" diyor bir ses, "Dayanın" diyoruz, "Ne olur dayanın! "... Bu bir rica, yalvarış, temenni, dua... Ama ne olursunuz, gitmeyin daha fazla uzağa...
Sonra o cevap alınırsa dünyanın en güzel, alınamazsa dünyanın en berbat sorusu çınlıyor semada... "Sesimi duyan var mı?"
Bizim sormamız gereken bu soruyu onlar soruyor. Ancak bu defa soru biraz farklı... "Sesimizi duyan yok mu? Hatay yok oldu!"
"Dayanın ne olursunuz, dayanın yoldayız..."
Yollar perişan, kek hamuru ile yapılmış gibi; değil deprem şiddetli bir kar bile eritecek asfaltını. Evler oyuncak gibi parçalanmış. İçlerinden ölü çocuklar çıkarıyoruz. Halbuki çocuklar parçalar oyuncakları, oyuncaklar çocukları değil!
Küçücük çocuklar, kocaman ölüyor. Sığdırmak zor bunun acısını yüreğe. Bir tanesi kurtulunca, bir halk kurtulmuşça seviniyoruz. Bir şehir yeniden inşa oluyor yeniden; bir insan dahi çıktığında göçükten. Yağan karın ışık olduğu; gayrısı zifiri bir şehirde 'yeniden doğumu' karşılıyoruz alkışlar eşliğinde. Bu bir film değil. Bu her şeyden daha gerçek. Ancak tüm gerçeklerden zor idrak etmesi. Bir kabus olduğunu umudundan çekip çıkaramıyoruz kendimizi.
tmgrup
Öfkelenmemeliyiz, tüm şefkatimizi kuşanıp bir bisküvi dahi olsa yetiştirmeliyiz. Tek bir kişi bile ölmemeli açlıktan. Üzerimdeki battaniyeyi de koyuyorum son koliye. Bir kişinin daha donarak ölümünü kaldırmayacak yüreğim. Elimden gelse koşarak geleceğim, sarılacak çözeceğim facianın ölüm buzunu üzerinizden.
Öfkemi bastırsam da kırgınlığımı saklayamıyorum. Bu sisteme çok kırgınım. Doğu Anadolu Fay Hattı diye bangır bangır bağıran deprem uzmanlarına kulak asmadığımız için çok kırgınım. Gerçekleşmemesi mümkün olmayan bir facianın önüne geçmediğimiz için çok kırgınım. İnsanlar deprem yüzünden öldüğü için ben çok kırgınım bu hepimize.
Deprem bizim ilahi bir gerçeğimiz, ama enkaz altında kalmak seçilmiş kaderimiz. Bu kaderde kalem oynatma gücü olup da oynatmayan herkese, hepimize çok kırgınım.
Ne depreme, ne her şeyi daha çok mahveden soğuğa değil, canını dişine taksa da yetişemeyen arama kurtarma ekiplerine değil; asıl faile çok kırgınım.
Gazete Oksijen
Minnet duygum ise çok daha kalabalık.
Enkaz çalışmasında göçük altında kalan arama kurtarma ekibine, kumbarasını bağışlayan miniklere, çaresizliğine oturup ağlayanlara, gücü yettiğince bir paket de olsa bebek bezi yollayanlara, sosyal medyada gözyaşlarıyla yardım toplayanlara, enkaz altındakilerin konumlarını bir bir paylaşanlara, depremzede hayvanlar için mama ve battaniye bağışlayanlara, AFAD'a, AKUT'a, AHBAP'a, Kızılay'a, Oğuzhan Uğur'a minnetim tarifsiz boyutta.
Saatlerce ağlayan deprem uzmanı Prof. Dr. Naci Görür'e... Duyar duymaz kolları sıvayan dünyaya, yola çıkan arama kurtarma ekiplerine, çalışmalara dahil olan köpeklere minnetim çok büyük.
Çok yıllar geçti üzerinden ilk dersin. Bir sınavdan daha kaldık. Bu ders öyle olmasın. Enkazın altından sağ çıkalım. Deprem ölümleri, kader lügatımızdan çıksın...