“Romeo… Ah Romeo… Neden Romeo’sun Sen?”: Verona

Yeterli tarih bilgisinden sonra gelelim Verona’nın kendisine… Romeo ve Juliet’in şehri olarak büyük bir ün kazanmış bu Orta Çağ kenti, muazzam güzellikleri içinde barındırıyor. Verona pek çok Roma yapısına, Orta Çağ kiliselerine, köprülerine sahip. Pastel renkli evlerin narinliği ile doğal güzelliği adeta yarışıyor.

 

William Shakespeare’in Romeo ve Juliet’ini okumayan yoktur. Casa di Giulietta yani Juliet Evi, Verona’ya giden herkesin ilk durak noktası. Montague ailesinden Romeo ve Capulet ailesinden Juliet’in umutsuz aşk öyküsü yüzyıllardır insanları etkilemeye devam ediyor. Verona’daki ev de bu yüzden dikkat çekici durak noktalarından biri. Juliet’in İtalyan olduğunu düşünen insanların sayısı da azımsanamayacak kadar fazla. Peki, nereden geliyor bu efsane? Hikâyenin Verona’da geçmesi elbette en büyük sebep ama bölgede yaşayanlar Veronalı Cappello ailesinin evine de Capulet’e benzediği için Juliet’in evi demeye başlıyor. Söylentiler öyle bir hal alıyor ki 1936’da ev restore edilerek Juliet’in balkonu da binaya ekleniyor. Bugün Verona’ya giden ziyaretçiler evin duvarlarına aşk notları bırakmayı da ihmal etmiyorlar.

Görülecek bir diğer yapı ise Arena di Verona (Verona Arenası ve Amfitiyatrosu). Roma İmparatorluğu zamanında inşa edilen yapı, Roma’daki Colesseum’dan da önce yapılıyor. Bugün Opera Festivali gibi etkinliklere de ev sahipliği yapan arenanın etkinlik takvimini takip etmekte fayda var çünkü çok uygun fiyatlara konser ve gösteri izleme şansı yakalanabiliyor. Adige Nehri, Verona’yı ikiye ayırıyor olabilir ama Ponte Pietra (Taş Köprü), Verona’nın iki yarısını birbirine bağlıyor. İtalya’nın diğer şehirleri gibi Verona da II. Dünya Savaşı sırasında bombardımanlardan nasibini alsa da köprü restore edilerek, şehrin simge yapılarından biri olma özelliğini koruyor.

İtalya’ya kadar geldik, katedral görmeyecek miyiz diye sorduğunu duyar gibiyim sevgili BOBOscope okuyucuları. Elbette göreceğiz! Verona’nın en muazzam ve ihtişamlı binalarından biri Duomo di Verona (Verona Katedrali). Hıristiyanlığın, Roma İmparatorluğu’nun resmi dini ilan edildiği M.S. 380 yılında, Aziz Zeno tarafından kurulan bu katedralin orijinali elbette daha sade bir yapı. Ancak yüzyıllar boyu depremlerle zarar gören katedral her seferinde daha görkemli şekilde yeniden inşa edilince, ortaya bugünkü yapı çıkıyor. İç mimarisi ve süslemesi 16. yüzyılda biten katedrale giriş elbette ücretsiz.

İtalya şehirlerinin bir diğer özelliği de sahip oldukları etkileyici meydanlar. Verona kurulduğundan beri, şehrin en hareketli toplanma alanlarından biri, kamusal hayatın aktığı Piazza delle Erbe (Erbe Meydanı). Verona’nın tarihi ve turistik mekanlarından pek çoğu ya bu meydanda ya da meydana yakın alanlarda konumlanıyor. Eski Belediye Binası, Lamberti Kulesi, Casa dei Merchanti (Tüccarlar Evi, Palazzo Maffei (Maffei Sarayı) ve Verona’ya nev-i şahsına münhasır bir karakter katan, şehri bir Wes Anderson filmine benzeten pastel renkli Mazzanti Evleri de burada yer alıyor. 

 

Verona’da gidilmesi gereken yerlerden biri de Castel San Pietro (San Pietro Kalesi). Roma’dan kalma bir şehir olan Verona’da yaşamın bu tepeden başladığı düşünülüyor. Her ne kadar Fransız işgali sırasında harap edilse de Avusturyalılar tarafından yeniden inşa ediliyor. Kaleye muhteşem Verona manzarasının tadını çıkararak yürümek ya da fünikülere binmek de seçenekler arasında.

 

Son olarak doğal güzelliklerin tadını çıkarmak… Lago di Garda (Garda Gölü), İtalya’nın en büyük gölü. Venedik ile Milano arasında yer alan bu göl, son buzul çağı döneminde biçimleniyor. Verona’nın güneydoğusunda kalan göle kolayca ulaşabilir, masmavi suların yemyeşil ağaçların keyfini çıkarabilirsiniz.