KÜLTÜR/SANAT

Ne Umduk Ne Bulduk: Bergen Filmi

19 Eki 2022

Bergen filminin reklamları seneler öncesinden yapılmaya başlandı kulaktan kulağa da olsa. Orada bir film vardı uzakta bize doğru geliyordu, o oynayacaktı bu oynayacaktı, senaryosunu şu yazacaktı. Merakımız cezp olmuş, bu hepimizin ezbere bildiği hikâyeyi nasıl anlatacaklarını düşündükçe iştahımız kabarmıştı. 4 Mart’ta vizyona giren film geçen haftalarda da Amazon Prime’a geldi. Buyurun film ne kadar beklentileri karşıladı yakından bakalım.

2.5 Bardak

Biyografik Bir Simge
 
Biyografik filmleri oldum olası sevmişimdir. Bir başarıyı ya da başarısızlığı her neyi anlatıyor olursa olsun sinematografik yanlar sivriltilir biyografik filmlerde. Karakteri, karakterin meselesini, savaşını, dünya görüşünü bir arada verir. İyisi izleme zevkini doruklara çıkartırken kötüsü de ağızda lezzetsiz bir tat bırakır.
Bergen hikâyesi de filmleştirmek için iyi bir hamle. Zaten gişesinin yüksekliği de bize bunun ne kadar iyi bir hamle olduğunu gösteriyor. Bergen hep çok konuşulan, popülaritesi yüksek bir karakter oldu uzun yıllardır. Acıların kadını, yüzü kezzapla yakılan kadın, öldürülen kadın, kadın cinayeti kurbanı… Birçok şekilde tanıyoruz onu. Hatta Çemberimde Gül Oya dizisinde yazar Çağan Irmak konak kiracılarından pavyon şarkıcısı Canan Cansev’in hikâyesini Bergen’e benzetmişti. Nerede görsek tanıyacağımız bir simge Bergen.

Şiddetin Pornografisi
 
Bergen’in hikâyesine kabaca bakacak olursak, senelerce dövüldü, eve kapatıldı, işkence gördü, yüzüne kezzap atıldı, hayatı boyunca acı çekti ve sonunda da aynı kişi tarafından öldürüldü. Tüm ömür kahır ve acı dolu. Dayak ve işkence dolu. Ölümün kıyısında gezen bir ömür onunki. Ve aslında şiddetin pornografisini yapmak için bulunmaz bir “nimet”. Filmde böyle işlenmemiş olması sevindirici. Bu anlamda filmin hakkını teslim etmek isterim. Halis’in (Erdal Beşikçioğlu) Bergen’i dövdüğü, eve kapattığı, yüzüne kezzap attığı ve hatta öldürüldüğü sahnelerin hiçbirisi şiddeti pazarlamıyor bize.
Hatta dayak sahnelerini sinematografik anlamda estetize etmesi, bir kapı ardında bize dayağı hissettirmesi başarılı ve önemli bir hamle. Ne de olsa bu bir kadına şiddetin ve bir cinayetin filmi, çizgiyi korumak her duyarlı insanın görevi. Bu anlamda ekip iyi bir iş çıkartmış.

Hikâyenin Büyük Delikleri
 
Bence Bergen filminin en büyük handikabı asıl merak edileni vermemiş olması. Bergen karakterinin popülerliğinden bahsettik, onun hikâyesinin bilinen yüzünün çok geniş olmasından da bahsettik. Bu filmde bence en büyük sorulardan biri şu olmalıydı: Konservatuarı dereceyle kazanmış, küçük yaşlardan itibaren piyano ve çello eğitimi almış, sanatla büyümüş, büyütülmüş bu kadın nasıl oldu da bir pavyon şarkıcısına dönüştü? Yani elbette bu yazarların ve yönetmenlerin takdiridir, onlar ne anlatmak istediklerine karar verir. Fakat asıl merak unsuru burada parıldıyor bence.
Çünkü orada büyük bir değişim söz konusu. Hamurunda, mayasında olanı tamamen reddediş neden oldu? Elbette baba yoksunluğunun bir tepkisi ve etkisi olarak ya da yoksulluğun içinde büyümesine bağlayarak yorumlayabilirdik bunu, eğer böyle verilseydi. Aslında malzeme neden sonuç ilişkilerini bağlamak için verimliyken bunlar kullanılmamış filmde.

Aynı şekilde Halis’e bağlanış biçimini de baba yoksunluğuna bağlamak mümkün olabilirdi. Psikolojide anne baba ihmalinin yanlış sevgili seçimlerine yol açtığı, kendini değersiz gördüğü için kendisine acı çektiren kişileri tercih ettiği bilgisi var. Aslında bu filmden de bu sonucu çıkartabiliriz ama zorlayarak. Sanki yazarlar ve yönetmenler anlatım tarzı olarak önümüze bir avuç her biri farklı renkte ve boyda bilye atıyor bunlardan bir bütün yaratmamızı bekliyor.
Epizodik bir anlatım stili var filmin, bilye benzetmem de buradan geliyor. Fakat bu anlatımlar arasında, sahneler arasında duygusal geçişler gözetilmediği gibi sürekli seyircide “Ne oluyor yahu şimdi, ne ara buraya sıçradık?” gibi tepkilere yol açıyor. Şaşırtıyor, yabancılaştırıyor ve hikâyeye uzaklaştırıyor. Bunların bütünü de inandırıcılığı zedeliyor. Sahneler arası geçişlerin kopukluğu, neden-sonuç ilişkilerinin gözetilmemiş olması filmde en büyük darbeyi vuruyor. Bir filmde neden sorgulanıyorsa hikâye delikleri sandığımızdan büyük demektir.

Oyunculuklar
 
Tilbe Saran, Erdal Beşikçioğlu, Farah Zeynep Abdullah gibi çok iyi bir kadroya sahip film. Fakat oyunculuk anlamında ayakta alkışlanması gereken yalnızca Erdal Beşikçioğlu var. Tilbe Saran, Bergen’in annesi Sabahat’i canlandırıyor. Fakat karakterin kostüm ve aksesuarlarının getirdiği bir yapaylık duygusu var ve karakterin karikatürize çizilmiş olması oyuncuyu zorlamışa benziyor. Sanki kendisi de inanmamış role. Tilbe Saran’ın oyunculuk anlamındaki başarısına hepimiz şahidiz. Fakat bu sefer yapay bir şeyler hissediliyor ne yazık ki.
Farah Zeynep Abdullah’ta da benzer bir durum var. Bergen’in karakteristik hal ve hareketlerini, sahnedeki tavırlarını o kadar geç görüyoruz ki, hatta belki de bir konseri dışında da görmüyoruz, bu durum herhangi birini izliyormuşuz hissini veriyor.
Erdal Beşikçioğlu içinse durum daha farklı. Behzat Ç. karakteri ile benzeyen yanları olmasına rağmen iki karakteri birbirinden ustalıkla ayırmayı başarıyor. Halis karakterinden korkmamak ve yarattığı gerilimi hissetmemek mümkün olmuyor. Seyircide güçlü bir duygu uyandırdığı için de bence oldukça başarılı bir performans.
Filmin eleştirilecek yanı çok. İzlediğim şey beni tatmin etmedi. Fakat bir kadın cinayetini ele alıyor olması, şiddeti meşrulaştırmadan bunu yapabilmesi önemliydi. Bunun yanında kostümler ve saç makyajın da hakkını vermek gerekiyor. Sanat yönetmenliği oldukça başarılı bir film olmuş (Sabahat karakterini tenzih ediyorum). Fakat bütüne bakacak olursak neden sonuç ilişkilerinin zayıflığı, karakter dönüşümlerinin olmayışı, çelişkiyi hakkını vererek işleyemeyişi ile beklenenin altında bir film Bergen.

©2022 Beyhan&Beyhan Business Solutions Tüm Hakları Saklıdır
Yukarı Kaydır
BUNU OKUMAK İSTER MİSİN?