STORIES

Kırılan Kalemin Hükmü

22 Kas 2022

Gözlerimi bir saniyeliğine bile kapattığında, aynı sahneyi tekrar ve tekrar canlandırıyordu. Elinde bir balta ile katlettiği tüm ailesini kollarına saran kurbanının gözlerinin içine bakan bir katil... Öylece dikilmiş, sanki hayatın anlamsızlığını bakışlarıyla kurbanına gönderiyor gibiydi. Katil baltasını kaldırdı ve hayatta kalan son kişinin de canını almak için harekete geçti. Ama nedendir bilinmez, tam bu sırada kapattığı gözleri açılıyordu. Ne katil vurabiliyordu kurbana... Ne de kurban alabiliyordu öcünü...

“Yeter artık!” dedi dizüstü bilgisayarını sertçe kapatırken. Olan olmuştu işte, tıkanmıştı. Ne yaparsa yapsın katili hareket ettirecek bir şey bulamıyordu. Dünyanın en çok okunan cinayet romanı yazarlarından biri olmasına rağmen, yeni yayınlamak için canla başla çalıştığı romanı bir türlü ilerlemiyordu. Aslında, içten içe neye odaklanacağını bilmiyordu. Kitabındaki olayların katilin mi yoksa kurbanın mı üzerinden akacağını bilmiyordu. Nedense içinde, iki tarafın da çok güçlü arzuları varmış gibi geliyordu.
 
Aslında bakarsanız, kitap oldukça klasikti. Tüm ailesi bir katil tarafından katledilmiş bir sokak çocuğu, kendini katilinin peşine takıyordu ve bu yolda onlarca kişiyi katleden inanılmaz bir katile dönüşüyordu. Ancak burada baştaki katilin tutumu da çok önemliydi. İşlediği cinayet, etik bir ikileme dayalıydı ve kendi hedefleri değil, daha büyük bir hedef uğruna sokakta yaşayan bir aileyi ölümle yüzleştirmişti. Yazar şu an bu hedefin ne olduğunu tam olarak hissedemiyordu ama tüm sanatçıların içinden bir ses gelir ya, ona da tam olarak öyle oluyordu işte.
 
Bir şey hep kulağına sahnenin ne kadar yanlış olduğunu söylerken, başka bir ses de sürekli kitabın böyle ilerlemesi gerektiğini söylüyordu. Olayları değiştirmek ve yeni kurgular yaratmak için canla başla savaşmıştı. Ama ne kadar uğraşırsa uğraşsın, bir şekilde bu iki karakterde buluyordu kendini. Her şeyin başlangıcı olan katilde ve onun ileride en çok aranan katillerden biri olacak kurbanında...
 
Yazmak istemiyordu bir türlü ama içerisindeki yazma ateşi bir türlü sönmüyordu. Hikâye devam etmeli, diyerek delirme evrelerini bile geçiyordu. Yine de hikâye nasıl ve ne türlü devam etmeliydi? Asıl problem buydu.
 
Sonunda pes ettiğinde, kağıtlarla dolu masasının başında elinde alkol şişesiyle yıkılmış bir vaziyette duruyordu. Önünde yazılan kağıtlardaki isimlere sırayla baktı. Biri katilin, biri de kurbanın ismiydi. Ama yazarları, onlara tamamen farklı bir isimle sesleniyordu. Sodom ve Gomora. İkisi de günahkardı ve ikisi de yok olmaya mahkumdu bir şekilde. Yine de oturmayan bir şeyler vardı. Kaçırdığı bir nokta vardı ya da bu iki karakterin hayatlarında bir çelişki vardı. Ne olabilirdi ki? Yazar, elinde tuttuğu alkolden tepeleme bir yudum aldı ve kafasını karman çorman olmuş masasının üzerine attı. 
 
Gözlerini kapattığında, tekrar sahneyi canlandırdı. Sodom, elinde bir baltayla Gomora’nın gözlerinin içine bakıyordu. Gomora’nın kucağında sokaktaki bütün ailesi yer alıyordu. Yorgun Gomora, baltayı kafasına gömmek isteyen Sodom’a perişan hâlde bakıyordu. Ya da... perişan değil miydi? Nasıl bir bakışı vardı, anlamıyordu. Baltanın kalkıp Gomora’nın boynuna inmesini bekledi yazar. Buraya kadar bir şekilde yazmıştı. Gomora’nın, büyük bir yara alarak katilin elinden kaçarak ilerlemesi gerekiyordu şimdi de. Tam o sırada Sodom ’un dudakları açıldı ve belki de ilk defa, kurguyu bir adım ilerletecek bir gelişme oluştu.
 
“Öldürmek istemiyorum artık.” 
 
Yazar birden gözlerini açtı ve şaşkınlıkla etrafına baktı. Bunu asla planlamamıştı ki! Neden bu karakter, hayal gücünde onu en çok zorlayan kişilik olmuştu? Sahnede yaşanan tek gelişme bu muydu gerçekten? O sırada yazarın kafasına büyük bir ağrı saplandı. Katlanılmaz bir ağrı tüm vücudunu tir tir titretiyordu. Alkolden miydi yoksa bu aralar atladığı öğünler yüzünden miydi bilinmez ama lavaboya gidip ne var ne yoksa kusmuştu. Yine de başındaki ağrı asla geçmiyordu ve vücudu titremeyi durdurmuyordu. Banyonun kenarına kıvrılıp derin nefesler aldığında, elinde sarılabildiği tek şey alkol şişesiydi. 
 
“Bana bunu yaptırma.” dedi bir ses, derin bir hüzünle. “Katlanamıyorum bu döngüye.”
 
Derin nefes alışverişlerini bastırdı ve sesin geldiği yöne doğru ilerledi. Ses, çalışma odasından geliyordu. Kendini zorlayarak, duvarlara tutuna tutuna içeri gidiyordu. Bir yandan da alkol şişesini öyle sıkı kavrıyordu ki görenler, karşısına ilk çıkan kişinin kafasına geçireceğini sanırdı. Ama çalışma odasına girdiği an loş ışığın altında gördüğü tanıdık sima değil elindeki alkol şişesini birinin kafasına fırlatmayı, elini bile oynatmasını engellemişti.
 
Soluk sarı ışığın altında, binlerce taslak kâğıdın arasında uzun ve yapılı biri duruyordu. Arkadan oldukça güçlü bir sırtı olduğu görünüyordu, ama nedense duruşu oldukça zayıftı. Simanın tanıdık olmasının nedeni de bu kişinin kanla kaplı kıyafetleri ve elinde tuttuğu baltaydı.
 
Yazar, kıpırdayamadı bile. Sonuçta her annenin evladını tanıdığı gibi, o da karşısında duranın kim olduğunu anlamıştı. Elinde duran alkol şişesine baktı, sonra da önünde duran adama. Bir türlü idrak edemiyordu ve kalp atışlarının her geçen saniye hızlandığını fark ediyordu. Sonunda dayanamadı ve adamın kendi ismini değil, ona kendi taktığı isimle seslendi: “Sodom...”
 
Adamın kağıtlara bakarkenki mizacı birden donuverdi. Ellerindeki kağıtları sessizce masaya bıraktı ve arkasını döndü. Hüzünlü bir ifadeyle yazarın gözlerinin içine baktı. Bu gerçekten de Sodom’du! Korkuyla geri geri hareket eden yazar ise duvara çarpıp dizlerinin üzerine düşmüştü. Her şey tıpkı o sahne gibiydi. Ancak perişan hâlde Sodom’a bakan yazarın elinde ailesi değil, alkolü vardı.
 
Karşısında bir katil duruyordu! Hem de kendi romanından... Bütün bunların yanında en şaşırtıcı şeyse Sodom’un ağzından çıkanlardı. “Gomora.” dedi net ve acılı bir şekilde. “Serbest bırak beni artık. Öldürmek istemiyorum, hele seni hiç öldürmek istemiyorum. Neden bir katil olmak zorundayım? Neden içinden çıkamadığım bu pişmanlığı üstümde taşımak zorundayım?” 
 
Sodom yaklaşıp Gomora diye seslendiği yazarın önünde dizlerinin üzerine çöktü. “Beni yakıyorsun biliyorsun değil mi? Kalemin yangınım oluyor. Günahlarımı yaktığını sanıyorsun ama beni buna sen itiyorsun. Gomora, artık yanacak ruhum bile yok. Al şu baltayı elimden.” 
 
Yazar hâlâ olup biteni anlamıyordu. Hiçbir şey bilmeyen ifadesi Sodom’u iyice sinirlendirmişti ayrıca. “Nasıl bana böyle bakabiliyorsun?” diye bağırdı birden. Yazar, yerinden sıçramıştı. Ama tehlikede hissetmiyordu, nedendir bilinmez. Kalbinin atışlarının kulaklarında yankılanmasının yanında, Sodom’un öfkeli sesini duyuyordu sadece.
 
Nasıl ne yaptığının farkına bile varmadan hayatımı cehenneme çevirebilirsin?” Elindeki baltayı yere sapladı. Büyük bir ses duyuldu. Yazar yutkunurken, Sodom’un ağıtları etrafta yankılandı.
 
Senin kalemin bütün bunları yapan, Gomora. Beni yakan sensin, beni yakan o kitap. Her şeyin bir kurgu olduğunu anlayabilirim. Ama yanlış kurguluyorsun, ben senin bana verdiğin yazgıyı hiç istemedim! Yine de her gün, sanki zaman asla akmıyormuş gibi öldürüyor ve öldürüyorum. Bitmez bir yangının içindeyim ben. Beni lanetlediğin kaderin içinde boğuluyorum!” 
 
Ağlamaya başladı ve yerinden hızla kalktı. Koluyla suratındaki kanları sildikten sonra masaya doğru ilerledi. Kendi isminin yazdığı bütün kağıtları yırttı. Bilgisayarı paramparça etti ve gördüğü her ismi karaladı. “İstemiyorum bu dünyayı.” dedi güçsüz sesiyle. “Bu kalem mi?” diye sordu tekrardan. “Bu kalemle mi belirliyorsun kaderimi? Her şey bu kalem yüzünden mi?” Elindeki kalemi yazara doğru sallıyordu. Yazar ise çıtını çıkarırsa büyük bir hata olacağını sezdiğinden asla konuşmadı. Ama kafasını salladı, romanını o kalemle yazıp bilgisayarına geçiriyordu. 
 
Sodom tekrar konuştu. “Yazdığın romanların her birinde, katilin hükmünü veriyor ve kitabı noktalıyorsun. Biliyorum çünkü seni tanıyorum. Ama bende ne bir savcı var ne de boynumu kıracak biri var. Kaderimi belirlemişsin, ama pişmanlıklar içerisinde sürüp giden bir kader vermişsin bana. Kıracağım bu kalemi. Kendi hükmümü kendim belirleyeceğim artık. Ne sana katlanacağım ne de kaderime.” Sodom, kalemi bir çırpıda kırdı. Her şeyin yanında, kalemin böylesine kolay kırılabilmesi şaka gibiydi. “Kaderimi baştan yazacağım. Kendim belirleyeceğim her şeyi.” dedi ve saplanmış baltasının üzerine tükürerek, odayı terk etti. 
 
Yazar kalbini tuttu ve kırılan kaleme uzun uzun baktı. Şimdi göremediği bütün noktaları görebiliyor, gördüğü anda da perişan oluyordu. Her şey yanlıştı. Başından sona bütün kurgusu tamamen yanlış olmuştu. Baş katil ne Sodom’du ne de Gomora. Katil sadece kendisiydi. Gomora şekline bürünmüş bir katil olan, kendisiydi.
 
En kötü zamanlarında yanında olan tek ailesi, alkoldü. Gomora bir sokak çocuğuydu, ne kadar sevse de sokağın dünyası belliydi. Hiçbir zaman bir ailesi olmamıştı. Kucağında tuttuğu kişiler, Sodom’un biricik ailesiydi. Gomora bir aileye sahip olmayı dileyip öldürmüştü herkesi. Garip olansa Sodom’un ailesini sevememesiydi. Öldürecek derecede sevmiyordu, ama Gomora’ya uzun uzun bakacak kadar da bir hissi vardı. Gomora ise duygularını anlamlandıramayan bir katildi. Sodom, elindeki baltayla Gomora’nın elinde son kez yaşama tutunmaya çalışan ailesinin canını almış ve birbirlerine çözülemez bir döngüye girdiklerini hissederlermiş gibi bakmışlardı. O dakikadan sonra ikisinin de kaderi belliydi; öldürmek, öldürmek ve öldürmek. Bu iki karakterin günahlarını yazar belirlemişti. Her şeyi o kurgulamış, o düzenlemiş ve o yayınlamıştı. İki kişinin de kaderini belirleyen ve onları yanmaya iten, iki şehrin yıkımı gibi küle dönüştüren kişi belliydi. Gerçek katildi kendisi, yazgıyı yazandı. 
 
Gomora gibiydi o da. Ailesi yoktu ve tek tutunabildiği şey alkol ve kalemiydi. Gerçek olmayan ailesine sarılan Gomora gibiydi. Yine de ne yazarsa yazsın, kendi hükmü için savaşan kişi Sodom’du. Yangını söndüren kişi, bitmeyen kaderi dönüştüren kişi Sodom’du.
 
Peki yazar, kendi kalemini ne zaman kırabilecekti? Baltayı kaldırırken, düşündüğü şey buydu.
©2022 Beyhan&Beyhan Business Solutions Tüm Hakları Saklıdır
Yukarı Kaydır
BUNU OKUMAK İSTER MİSİN?