Kaygı, insan olmanın oldukça derininde yatar. İnsan olup da yaşamında bir defa kaygının varlığını zihninde, bedeninde, ruhunda hissetmemiş biri muhtemelen yoktur. Bir sınav öncesi, bir felaket sonrası, bir hayal uğruna o ya da bu şekilde kaygı bizi ziyaret etmiştir. Fakat bu ziyaretler pek keyifli değildir. Bazen bir alacaklı gibi dayanır kapımıza bazen zamansız bir misafir bazen de varlığını unutmak için çabaladığımız eski bir dost. Delikten baktığımızda kapıyı açtığımız an işlerin pek de yolunda gitmeyeceğini biliriz. Evde yokmuşuz gibi yapsak gider mi? Ya da kovmalı mı? Belki taşınırsak uğrayamaz da bir daha? Kapıyı açıp diyeceklerine boyun mu eğmeli? Arka camdan kaçmak mı gerek?
Pek tabii her biri kısa süreliğine işe yarayabilir ancak engellemez kaygının gelecek ziyaretlerini. Peki kapıyı açsak, kaygıyı içeri buyur etsek ve ağırlasak?
Kaygıyı Tanımak
Kaygı genellikle tehlikeler ve bu tehlikelere dair korkularımız ile ilişkilidir. Karşıdan karşıya geçerken bir arabanın bize çarpması olası bir tehlike iken bu olası tehlikeye dair yaşadığımız duygu da korkudur.
Jakub Kujawa
Her duygu gibi korkunun da bir işlevi vardır. Söz konusu örnekte bizi ölümden korur. Korkmasak karşıdan karşıya geçerken dikkat etme ihtiyacı da hissetmeyiz ve böylelikle ölebiliriz.
Fakat bu ve benzeri somut tehlikelerin de ötesindeki tehlikelere dair kaygılanırız.Yani kaygının korku gibi somut bir nesnesi yoktur çoğu zaman. Yayalar için yeşil ışık yandığında, karşıdan karşıya geçerken tüm arabaların durmasına rağmen içimizde yaşadığımız korkudur kaygı. Bazen evde otururken bu ihtimalin düşüncesi dahi kaygılandırabilir. Yani kaygılanmak için hakikaten tehlikeli bir durum içinde olmamız gerekmez. Dolayısıyla kaygı, düşüncelerimizle ilişkilidir.
Düşünceler
Bu düşünceler ise büyük ölçüde geçmiş deneyimlerimizden doğar. Karşıdan karşıya geçerken bir kere araba çarptıysa, bir yakınımızın başına geldiyse, bir yerde duyduysak, neredeyse başımıza böyle bir şey gelecektiyse ya da sık sık başımıza böyle bir şeyin gelme ihtimali ile uyarıldıysak; gerçekten olsun ya da olmasın bu ihtimalin düşünceleri bizi kaygılandırır.
Tüm bu düşünce ve duyguların amacı da korktuğumuz veya kaygılandığımız olasılığı yaşamamaktır. Bu yaşamımızı tehdit eden olasılığı yaşamak istemediğimiz, başka bir deyişle de aslında yalnızca yaşamaya devam etmek istediğimiz için kaygılanırız. Dolayısıyla kaygı, bedenimizi ve benliğimizi koruma isteğimizin bir sonucudur.
Ashley Mackenzie
Arzu ve Kaygı
Psikiyatr Hayrettin Kaya’ya göre kaygı arzu ile aynı gerçekliğin iki görünümüdür. İki temel arzu kaygıyı doğurur: benliği koruma aruzu ve bedensel varlığı koruma arzusu.
“Bedensel varlığımızı ancak canlı tutarak koruyabiliriz, benliğimizi ise ancak değerli kılarak. Böylece bedensel canlılığımızı tehdit eden her durumun kaygı üretmesi gibi benliğimizi değersizleştirecek her durum da kaygı üretir.” (Kaygının Kökeni, Hayrettin Kaya)
Böylelikle somut tehlike arz etmeyen kaygılarımızı da anlamlandırabiliriz.
Örneğin kalabalık bir topluluk önünde konuşmaya dair duyduğumuz kaygı ölüm ile ilişkili değildir. Yani bir kalabalığın önünde konuşmak ölmemize sebep olmaz. Fakat benliğimizi değersizleştirme ihtimalini içinde barındırır. Benliğin değersizleşmesi de yine bir nevi ölüm ile ilişkilidir. Çünkü günün sonunda ölümden korkma sebebimiz de bedenimizi yitirmekten öte benliğimizi yitirmektir.
“Bedenin somut yok oluşunun bizde yarattığı dehşet aslında benliğin bir daha var olma ihtimalini yok etmesinden kaynaklanmaktadır.” (Kaygının Kökeni, Hayrettin Kaya)
Javier Pérez
Kaygıyı Dönüştürmek
Varoluşçu psikolojiye göre de kaygının en temelinde öleceğimizi bilmek yatar. Fakat asıl kaygılandıran bu gerçeğin karşısında özgür olmaktır. Özgürlük, belirsizliktir ve belirsizlik insanın yaşamdaki yegane mücadelesidir. Özgür olduğumuz için yaşamda birçok seçeneğimiz ve birçok olasılık vardır. Bu seçeneklerin çokluğundan, seçtiğimiz an itibariyle almamız gereken sorumluluğa ve sınırını bilmediğimiz sayıda başımıza gelebilecek olaya kadar birçok durum kaygı sebebidir. İnsanın ve yaşamın doğasını düşününce aslında kaygı oldukça normal bir sonuç olarak değerlendirilebilir. Dolayısıyla kaygıyı yok etmek veya ondan kaçmak yerine onunla birlikte hareket etmeyi öğrenmek yaşamımızı da kolaylaştırabilir.
Varoluşçu psikiyatr Rollo May, kaygıyı ortadan kaldırılması gereken bir şey olarak değil hayatın anlamını keşfetmeye yarayan bir araç olarak değerlendirir. Aynı zamanda kaygının yaratıcılık ile yakından ilişkili olduğunu ileri süren May kaygıyı şu sözlerle tanımlar: “Sanki dünya kapınızı çalıyordur ve bir şey yaratmak, bir şey yapmak durumundasınızdır. Dolayısıyla kendi özünü bulabilmiş insanlar için kaygı yaratıcılık ve cesareti teşvik eden bir şeydir. Bizi insan yapan da budur.”
Bu pek tabii her kaygılandığımızda kendimize işkence edercesine o kaygıyı iliklerimize kadar yaşamak veya yalnızca kaygı ile motive olmak anlamına gelmez. Kaygı kapımıza dayandığında onu içeri davet edip, arzularımızı anlatmasına izin vermek ve bu arzularımızı yaratmak için harekete geçmemiz anlamına gelir.
Not: Eğer herhangi bir kaygı bozukluğu tanısı aldıysanız veya yaşadığınız kaygı günlük yaşamınızı oldukça fazla engelliyorsa her zaman bir ruh sağlığı çalışanından yardım alabilirsiniz.