Bambaşka bir dünyanın içine düşen Ellie, etrafında olanlara anlam vermeye çalışıyor. Belli ki bir şeyler ters gidiyor! Bir kabus olmasını dilediği bu gün, bakalım neyin sinyallerini veriyor...
Ellie, etrafındaki uğultulu seslere anlam veremeyen bir şaşkınlıkla, sakince gözlerini araladı. Daha önce hiç hissetmediği bir maddenin üzerinde oturuyordu. Görüşü daha kendine gelemediği için çevresindeki cisimlere dokunarak nerede olduğunu anlamaya çalıştı ama nafile… Dokunduğu her şey, ona fazlasıyla yabancıydı. Ansızın birinin ismini seslenmesiyle sesin geldiği tarafa döndü ama kahretsin ki hala hiçbir şey net değildi. Bulunduğu yerden yuvarlanarak doğruldu ve isminin bağırıldığı yere doğru yürümeye başladı. Etrafta ne kadar çok insan vardı ve bu gerçekten normal miydi? Daha önce hiç bu kadar insanın arasına girmemişti doğrusu. Bir yandan sesin geldiği yöne doğru yürüyor bir yandan da üzerindeki kıyafetlere dokunuyordu. Ne saçma… Ellie daha önceden hiç böyle şeyler giymemişti, bu bir ilkti! Sesin olduğu yere ulaştığında görüşü bir nebze olsun yerine gelmişti. Elindeki koca yığını sinirle Ellie’nin suratına sallayan bir adamın “Bunları akşama kadar masamda görmek istiyorum” dediğini duydu sadece ama anlam veremedi. “Bu insanlar benden ne istiyor olabilir? Benim burada ne işim var! Ayrıca bu küçük insan, benden korkmadan nasıl böyle konuşabiliyor yahu?” Artık görüşü tamamen yerine gelmişti. Sanırım onlarca insanla beraber koca bir kafese kapatılmıştı. Vücudunu aşağıdan yukarıya doğru esir alan panik duygusuna yenik düşmesine çok az kalmıştı ki “Ellie merak etme ben sana yardımcı olurum, akşama kadar işleri beraber bitireceğiz” diyen sakin bir ses, onu kendine getirdi. Suratında anlayışlı bir ifade olan ufak tefek kadına doğru döndüğünde, ağzından istemsizce dökülen kelimeler onu şaşırtsa da artık çıkmıştı bir kere: “Ama ben bir pandayım”…
“Artık hepimiz aynı gemideyiz Ellie, her uyandığında bunları söylemekten vazgeçmelisin” demişti kadın, anlayamıyordu. Nasıl yani? Kaç sabahtır bu kıyafetlerle, bu kafeste, bu insanlarla uyanıyordu ki? Hemen tuvalete koştu ve ilk işi aynaya bakmak oldu. Dokunduğu ve hissetmeye çalıştığı kıyafetlerin gerçekten üzerinde olduğuna ikna olması için kendine karşıdan bakması şarttı. Tuvaletteki ayna o kadar yarımdı ki, sadece kafasını görebiliyordu. Zaten yüzünden başka bir şeye odaklanabileceğini de pek sanmıyordu. Gözleri! Gözlerinin etrafındaki tüyleri! Beyazdı. Bembeyazdı. Siyah büyük halkaları artık yoktu ve Ellie, baktığı yüzü tanıyamıyordu. Tekrar içeri, sakin kadının yanına döndü. “Bana ne oldu böyle? Bu halim ne! Ne yaptığınız gözlerime” diye bağırırken kadın elindeki bir tomar kağıdı havaya kaldırarak “Sana yardımcı olacağım dedim, tüm işlerini ben yapacağım demedim. Oyalanma ve hemen buraya gel! Yoksa iki gün sonra hepimiz ölürken de ayna karşında şaşırmaya devam mı etmek istersin?” dedi. Bir terslik olduğu kesindi ama anlayabilmek için aynadaki görüntüsünü unutup çevresini gözlemlemeliydi. Kadın ufacık bir tahta parçasına poposunu sığdırmayı başarmıştı. Yanındaki boş, ayaklı tahtaya baktıktan sonra dönüp kendi poposuna bakma ihtiyacı hisseti. Mümkün değildi! Alışık olduğu yere, çimlere oturması gerekecekti.
Eğilmesiyle yuvarlanmaya başlaması bir oldu. Ağaca çarpıp durduğunda, her yerde yanıp sönen rakamları fark etti. Bu bir geri sayımdı! Saniyeler ve dakikalar atlı kovalıyor gibi hızla azalıp dururken etrafında telaşla koşuşturan küçük insanlara baktı. Sonra yalnız olmadığını fark etti. Uzaktaki kibirli Peth ile göz göze geldi. O burnu havada tavrından eser yoktu. Yalvaran bakışlarla Ellie’ye bakıyordu. Tüm gücünü ve görkemli gövdesini kaybetmişti sanki. Sesini duyurması çok zordu ama yine de şansını denedi. Ellie’nin kulağına çalınanlar şöyleydi: “İki günün sonunda ya onlar biz… İnsanlar… Biz… Dönüştük…” Kafasında bu cümleyi tamamlamaya çalışsa da başaramadı. Neye dönüştüklerini, iki gün sonra neden insanların ya da hayvanların öleceğini anlayamadı. Kafasını yerdeki çimlere eğmiş, olanlara anlam vermeye çalışırken koca bir kaplan ayağının kadrajına girmesiyle irkildi. Kaplanlar normalde oradan çok uzakta kalıyordu. Burada ne işi vardı? Korkudan nefesi kesilecek gibi olsa da başını usulca yukarıya kaldırdı. Bu nasıl olabilirdi! Başı insan olan bir kaplan, ona gülümsüyordu. Hayır hayır, bunların hepsi bir kâbus olmalıydı. Uyandığına inanmak istemiyordu. Karşısında dikilen yaratıktan emin olmak için gözlerini ovuştururken ellerini fark etti. Pençelerindeki tırnakları yok olmaya başlamıştı. “Tamam… Şimdi oldu! Onlar hayvana, biz de insana dönüşüyoruz” diye düşündü. Bu kısmı tamamdı, peki neden iki gün sonra, iki türden biri ölmek zorundaydı? Aklından geçen sorularla boğuşurken karşısındaki yarı kaplan yarı insanın bir kedi gibi mırlamaya başladığını işitti. Bu kaosun içinde birileri nasıl mutlu olabilirdi! Hemen kendini toparladı, ayağa kalktı ve orayı terk etti.
Kağıtlar! Kağıtları bulmalıydı. Onların üzerinde yazanlar kesinlikle bu kâbusun mantıklı bir açıklamasını yapıyor olmalıydı. Yuvarlandığı yokuşu hızla tırmandı ve kendisine yardım edeceğini söyleyen kadını aramaya başladı. Herkes bir yerden başka bir yere koşturuyordu. Kimseyi net olarak tespit edemiyordu. Biraz daha dolaşıp bakındıktan sonra önündeki zürafanın, ilerideki tavşanın, arkasından koşan zebranın ya da ağaca sarılmakta olan yılanın, aradığı kadın olup olamayacağını düşündü. Umudunu kaybetmiş bir şekilde soluklanırken artık boş duran ayaklı tahtalara gözü takıldı. Kadını aramaya o kadar odaklanmıştı ki asıl bulmak istediğinin kağıtlar olduğu, aklından uçup gitmişti. Hemen koşup tahtanın üzerine baktı. Bir tomar kâğıt tam da orada duruyordu! Ellie artık her şeyin netleşeceğini düşünerek kağıtlardan birkaçını eline aldığında dumura uğradı… Beyaz sayfaların üzerindeki yazılar silinirken sırayla aşağıya doğru kök salıyorlardı. Birden oldukları yerde büyümeye başlayan ağaçlar, artık elinde tutabileceği bir tomarın çok daha fazlasıydı. Demek ki bu kaos sadece iki tür arasında yaşanmıyordu. Her şey dönüşüyordu… Etrafta yanıp sönen rakamların rengi birden kırmızıya dönmüştü. Hava kararıyordu ve Ellie kendini, bir korku filminin başrolü gibi hissediyordu. “Ya onlar ya biz…” bunun nedenini çözemiyordu. Ayrıca “onlar” kimdi? “Biz” kimiz? Zifiri karanlığa bürünen gökyüzünden bir sahne ışığı yansıdığında, Ellie yaşananların Dünya’yı basan uzaylıların komik olmayan bir şakası olduğuna ikna olmak üzereydi. Herkes bu ışığa doğru toplanıyordu. Ağaçlar kökleriyle birlikte hareket ediyor, yarı insan yarı hayvanlar sürünerek, uçarak, koşarak ve zıplayarak sahne ışığında doğru geliyordu. Karanlığı delip geçen bu aydınlıkta birden şu cümle belirdi: “Öldürülenlerin intikamı er ya da geç alınacak. Dünya artık bambaşka bir yer olacak.”