KÜLTÜR/SANAT

İnceliyoruz: "The Chair"

16 Eki 2021

Bugün toplumsal sorunların başında cinsiyet ayrımcılığı geliyor. Kadın ve erkeğe toplum tarafından biçilen roller bireylerin kimliklerine tek tek kazınıyor. “The Chair” ise bu ayrımı gözler önüne seren bir dizi olarak karşımıza çıkıyor. Diğer meslek gruplarında karşılaşıldığı gibi kadın akademisyenlerin sorunlarına mizahi bir dille değiniliyor. Aslına bakılırsa, dizinin değindiği tek konu cinsiyet ayrımcılığı değil. Irkçılıktan linç kültürüne, dijital yerlilerden dijital göçmenlere, akademiden aşka, kültür farklılıklarından anneliğe kadar toplumu oluşturan her bir parçayı dizide bulabiliyoruz. Biz de sizin için Netflix yapımı bu diziyi inceleyelim dedik. İşte karşınızda ilk sezonuyla “The Chair”…

Yürütücü yapımcılığını Game of Thrones dizisinin yaratıcı ikilisi David Beniogg ve D.B. Weiss’in üstlendiği “The Chair”, yaratıcı kısmında ise Amanda Peet ve Annie Julia Wyman bulunuyor. Netflix yapımı dizi ilk sezonuyla adından söz ettirecek bir giriş yapıyor. Her biri 30 dakikalık 6 bölümden oluşan ilk sezon bir gecede hüpletilecek cinsten. Konu itibariyle alışılmışın dışına çıkıyor ve toplumsal pek çok meseleyi izleyicinin yüzüne son dönemin popüler anlatım tarzlarından “kara komedi” şeklinde vurmayı başarıyor. Dizinin başrollerini ise Sandra Oh ve Jay Duplass paylaşıyor.

Dizi, başkarakterimiz “Ji-Yoon”un Pembroke Üniversitesi’nde İngilizce Bölümü’nün ilk kadın başkanı olmasıyla başlıyor. Daha doğrusu sorunların içine düşüyor… Ji-Yoon, akademik ve kişisel hayatı arasına sıkışmış bir anne olarak karşımıza çıkıyor. Hayatını adadığı ve keyifle yaptığı mesleğini kutsal olarak görüyor. Ancak her ne kadar akademiye dair büyük bir heyecan taşısa da yeni makamına yönelik ciddi kaygılar da besliyor. Buna bir de aşk ve aile hayatı eklenince, kadın sorunlarının da görünen yüzü olup çıkıyor. 
Ji-Yoon’un hayat macerasının en yakın takipçisi ise “Bill” karakteri. Kendisi, hayat tarzı, tutum ve davranışları ile öğrencilerin hayran olduğu bir hocayı canlandırıyor. Biraz alkolik, çokça komik, öğrenmeyi ve öğretmeyi seven bir üniversite hocasından bahsediyoruz. Karakterin sempatikliği kızının çocukluk bisikleti ile okula gitmesi, sınıfta açmaması gereken videolar açması, yaptığı şakalar ile sonuna kadar veriliyor. Klasik bir “Hadi bugün ders konularını bir kenara bırakalım da hayattan konuşalım” hocası. Aslında Bill, bir hocadan öte, yıllardır görev yaptığı üniversitede nam salmış bir arkadaş olarak karşımıza çıkıyor. Her ne kadar karısının ölümü ile son dönemde pek kendinde olamasa da hayat mücadelesini sürdüren Bill, başkarakterimiz Ji-Yoon ile aşk sularında yüzmeyi de ihmal etmiyor. Bu açıdan dizinin ikinci karakteri gibi. 

Dediğimiz üzere dizi pek çok toplumsal meseleyi gözler önüne seriyor. Bunlar Ji-Yoon’un hayatını çevreleyen parçalardan az az veriliyor. Aslına bakılırsa, birden fazla toplumsal soruna değinmek algıda bölünmelere neden olabiliyor. Hangisine odaklanacağımızı şaşırabiliyoruz. Ancak gerçek bir hayat akışında her ne oluyorsa diziye de bu yansıtılmış diye düşünüyoruz. Çünkü bugün, hiçbir toplumsal meseleye “sen dur önce bunu çözelim” diyemiyoruz. Dizide de verilmek istenen mesaj bu gibi, toplumu oluşturan parçalar bir arada ve birbirinden bağımsız düşünemiyoruz. “The Chair” öyle bir dizi ki, Ji-Yoon’un bir kadın olarak devraldığı yeni makamına yönelik ayrımcı tutumların gösterildiği sahnelerden siyahi akademisyen azınlığına yönelik öğrencilerin imza topladığı bir sahneye geçilebiliyor. Okul yönetimi tarafından “kara liste”ye alınan yaşlı hocaların dramından, sosyal medyanın linç kültürüne olan etkisi art arda verilebiliyor. Şöyle hissediyorsunuz, bu dizi dünyanın bir özeti gibi. 

Anne-çocuk ilişkisi de dizinin bir diğer önemli parçasını oluşturuyor. Üstelik bu parçalar kültür entegrasyonuna dair sorunları da gözler önüne serecek şekilde Koreli karakterimiz Ji-Yoon ile Amerikalı evlatlık kızı “Ju Ju” arasında veriliyor. Ju Ju, annesinin yoğun temposu sebebiyle vaktinin çoğunu büyükbabası ile geçiren zeki ve farkında bir kız çocuğu olarak karşımıza çıkıyor. Yaşıtlarının ilgisini çeken çoğu şey onun ilgisini çekmiyor. Konuşmaları, sorduğu soruları ve davranışlarıyla “isyankâr” bir niteliğe sahip. Arkadaşlarının acımasız yorumları karşısında annesiyle bağını sürdürmeye çalışıyor. Öyle ki, pek çok kez “o senin annen değil” yorumlarına maruz kalıyor. Toplum rolleri arasında sıkışıp kalan en küçük ve en tatlı karakterimiz.
Dizideki öğrencilerin hak arayışına yönelik gayretleri de dikkatimizi çekiyor. Farklı toplumsal meselelere ait konular çerçevesinde imzalar toplanıyor, boykotlar yapılıyor, eylemler düzenleniyor. Bölüm Başkanı Ji-Yoon’un odasına girerek yanlış uygulamalar hakkındaki düşüncelerini saygılı bir şekilde dile getiren öğrencileri hayretler içinde izliyoruz. Akademinin öğrencilerin varlığında amacına ulaşabildiğini sonuna kanıtlıyorlar. Bulundukları Pembroke Üniversitesi’ni ancak kendi varlıkları ile ayakta kalabileceğini hem üniversite yönetimine hem de izleyiciye sonuna kadar vurguluyorlar. 

“The Chair” aşkın sınırlarını ortadan kaldıran bir özelliğe de sahip. Verilmek istenen “aşk gerçekten sınır tanımıyor” mesajı tarafımıza gayet güzel ulaşıyor. Yüksek yaşı gerekçe gösterilerek üniversite tarafından “kara liste”ye eklenen "Profesör Joan"ın teknoloji görevlisi adamla olan tatlı aşkı bizi hem güldürüyor hem de umutlarımızı yeşertiyor. Bir wi-fi sorunu sonucu tanışan ikilinin tatlı aşkı ne unvan ne de yaş dinliyor.

Akademinin içindeki sorunlara da gerçekçi bir bakış açısıyla değinen dizi, yaşlı ve genç akademisyenler arasındaki jenerasyon farkından doğan problemleri de gün yüzüne çıkarıyor. Dijital yerli olarak adlandırdığımız teknolojinin içine doğan üniversite öğrencilerinin derdinden genç hocalar anlıyor. Böylesi uyumlu bir ilişki yaşlı hocalarımızı hem şaşırtıyor hem de biraz kıskançlığa sürüklüyor. Bu ayrımdan doğan rekabet günümüz akademisinin de halini gözler önüne seriyor. 



“The Chair”ın özellikle vurgulamaya çalıştığı cam tavan olgusu karakterler üzerinden etkili bir şekilde veriliyor. Bölümün ilk kadın başkanı olan Ji-Yoon’un sözleri dizinin vermeye çalıştığı mesajı özetler nitelikte: “Bana bu bölümü değil saatli bir bombayı verdiler. Çünkü bir kadının elinde patlasın istiyorlar.” Bildiğiniz üzere cam tavan, genellikle azınlık bir gruba içinde bulunan kişilerin belli bir seviyenin üzerine yükselmesini engelleyen görünmez bir mekanizmayı ifade ediyor. Dizi bu mekanizmayı başkarakterimiz ve akademi üzerinden şekillendiriyor. Ji-Yoon’un dekan ile konuşmasında söylediği “Bu dediklerini karşında bir erkek olsa yine de söyler miydin?” sözleri ayrımcı uygulamaları tekrar tekrar kanıtlıyor. Odası bodruma taşınan tek hocanın kadın olması, üniversite kadrosuna girmeye çalışan kadın akademisyen “Yaz”ın yerine oyuncu kariyeri ile popüler bir erkeğin alınmak istemesi bir diğer örnekler arasında yer alıyor.

“The Chair” verdiği mesajlar, anlatım tarzı, mizah ögeleri ve zekice dizayn edilmiş diyalogları ile daha ilk sezondan gönlümüzde taht kurmayı başarıyor. Biz yeni sezonun gelmesini beklemeye başladık bile. Beğenmekle yetinmiyor, şiddetle tavsiye ediyoruz. Hadi o zaman bizim yeni sezona dair meraklı bekleyişimiz sürerken siz de ilk bölümle perdeyi açın!


©2022 Beyhan&Beyhan Business Solutions Tüm Hakları Saklıdır
Yukarı Kaydır
BUNU OKUMAK İSTER MİSİN?