Gecenin sessizliği etkisini sürdürürken uyandım. Sabah olmasına sabah ama üzerimden kamyon geçmiş gibi ağır, gece boyu kulaklarımdan trenler geçmiş gibi uğultuluyum.
Zihnim sanki düşüncelerin düşüncelerinin düşüncesiyle yankılanıyor. Hangisi önce geldi onu da seçemiyorum. Gece boyunca iç dünyamda dolaştığım o sıradışı yolculuk hala zihnimde. Evet. Sabah olmasına sabah. Ama sanki gölgeler hala, ay ışığını üstüne giymiş, asılmış kalmış odamın tavanında…
Kahvaltı tabağıma boş boş bakarken de düşüncelerimin, gaipten onlarca düşüncenin peşinde asılı kaldığını izliyorum. Yumurta tabağa, bıçak amerikan servise, çatal elime asılı. Açıkça, her şey asılı sanki. İçimdeki, bu her şeyi askıya çeken gizemli koroyu anlamak için daha fazla keşif yapmalıyım belki. Bir süre sessiz kalmak, ne bileyim… meditasyon yapmak işimi görür mü acaba?
Yumurtayı tabakta asılı bırakarak arka odaya geçiyorum. Gözlerimi kapatarak derin bir nefes alıyorum. Zihnimdeki karmaşık düşünceleri sessizce izliyorum. Onları kovalamadan. Ama misafir de etmeden. Teslim oluyorum hepsine.
Tam da beklediğim gibi! Gaipten sesler tekrar beliriyor. Onlarla konuşuyor gibiyim, benimle birlikteler ve iç dünyamda birlikte geziniyoruz. Duvarımda nasıl ay ışığı gölgeleri vardıysa gece, gündüzün ortasında aklımda birbirine girmiş düşünceden gölgeleri görebiliyorum.
pinterest
Gündüzün koynunda gecenin düşü yaşanır mı?
Gecenin korosu, beni mitlerin, efsanelerin ve gizemli düşüncelerin dünyasına yeniden çekiyor. Geçmiş ve geleceğin, rüya ve gerçeğin iç içe geçtiği bir düzleme... İnanmıyorum, ama kapılıyorum. Gerçekten meraktan bak! Tüm bu düşünceler, küçükken fazla Gizli Dosyalar izlediğim için mi? Yoksa son yedi seneki ufoloji merakımdan mı? Yani, öylece, bilinçdışımın yankıları mı duyduklarım? Peki ya kolektif bilinçdışının benim ve diğerinin ve atamın atasının düşündüklerinden ne farkı var?
Ne anlayacağımı bilmiyorum ama içime son doğan bilgiye göre zamanın akışından pek bir haberim yok. İçimde açan çiçeğe odaklanıyorum. Buna lotus diyorlar herhalde. Ben de ‘lotus’ ve ‘fokus’ kelimelerinin fonetik yakınlığı diyorum… Her şeyi belli etmiyor mu? Gaipten sesler korosunun ne dediği değil, onun basları, baritonları ve sopranolarıyla dans etmek… Cevaplar değil artık, bu gizemli dansın keyfini çıkarma isteği beni yönlendiriyor.
Uykudan uyanmış bir bilge gibi hissediyorum kendimi. Dışarıdan baksan, gözleri kapalı, uyur-oturur bir ahmak olarak görünüyorumdur. Ama içimde biri, cin gibi gözlerle içimi dikizliyor. Uyanığım ve sadece gözlerim kapalı. Gaipten gelen seslerle sarmalanmış, belki evrenin sırlarını ipe diziyorum, belki de sadece hiçbir anlama gelmez bir yankıyı dinliyorum, kim bilir… ya da şöyle sorayım: Kim bilmek ister ki? Bir hayatın anlamını çıkaran, iç rahatlığı değil de ne ki? Gölgelerle sarmalanmış olsam da içim tamam ve rahat. Yetmez mi?
Gözlerimi aralıyorum. İki üç nefes aralık tanıyorum kendime. Kalemi kağıda daldırıyorum hemen sonra. Bu gizemli koronun içimde yarattığı hisleri ifade etmeye çalışıyorum. Aynı, zihnimdeki gölgeler gibi, cümleler birbirini takip ediyor. İç dünyamın karmaşası harflere dökülüyor. Belki cevaplar çok uzak… Ancak, dans baki!
Yazdığım satırların her biri, gaipten seslerin dansını yansıtıyor. Gölgelerin, ay ışığının ve gecenin fısıltılarının bir araya geldiği bu benzersiz senfoni, içimin kapılarını açıyor bana. Belki de gizemin cevabını bulma isteğim, aslında içimdeki derinlikleri keşfetme yolculuğundan başka bir şey değil.
Gaipten seslerin korosu bir gürültüden ya da tartışmalardan ziyade, arkadaşım gibi geliyor. Onlarla birlikte, benim penceremden görünen hayatın, ruhumun keşif yolculuğuna çıkıyorum. Bir varış noktası için değil yolculuk. Bu yolculuk, yolculuğun kendi için!
Gecenin sessizliği ya da gündüzün düşleri, gölgelerin dansı ya da Ay’ın karanlık tarafı aynı olamaz mı? İçimdeki gizemli koronun ezgisini bir gürültü olarak duymak, kaosla bezeli kozmosun ahengine dil uzatmak değil de ne? Belki de zihnimde bir gürültüden şikayet ederken ve ona karşı susmayı bilemezken sadece dansı kaçırıyorum. Bir ıslık çalıyorum ben de… ve gaipten seslerin senfonisine katılıyorum. Her insan, en başta kendi kozmik serüveninin bir parçası olmaktan daha iyi nasıl dans edebilir ki zaten?