Evrim Şencan
RÖPORTAJ Tarih, Kadın Kafası

Doç. Dr. Evrim Şencan İle Türk Kadınına Dair

10 Nis 2023

Cumhuriyet tarihçisi, yazar, filolog, Başkent Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Evrim Şencan’ın eşsiz bilgileri ve güçlü anlatımıyla Türk kadınlarının tarihteki yerini konuştuğumuz röportajımız ile karşınızdayız… Hazırsanız Türk kadınının gelişimini, değişimini ve toplum içindeki yerini daha yakından inceleyebileceğiniz yazımıza hemen geçelim!

11 Bardak
Sevgili Evrim Şencan ile öğrencilik yıllarında yolu kesişmiş biri olarak tarihimizle ilgili bilmediğim her detayı, en ince ayrıntısıyla öğrenebildiğim ve yaşananları bu kadar başarılı bir Cumhuriyet tarihçisinden dinleme şansını elde ettiğim için kendimi çok şanslı hissediyor, siz BOBOscope okuyucularını da kendisiyle tanıştırma fırsatı bulabildiğim için çok mutlu oluyorum… 
 
—Öncelikle hoş geldiniz, çok teşekkür ediyoruz röportaj teklimizi kabul ettiğiniz için.
 
—Ben teşekkür ederim sevgili Ecem, sağ ol.

Evrim Şencan
—Bugün sizinle biraz Türkiye’de kadın olmak üzerine konuşmak istiyorum. Türkiye’de kadının konumlandırıldığı yer ile ilgili karamsar cümleler kurmak istemiyorum. O yüzden biraz daha geçmişe gitsek ve “Eski Türk Kültüründe Kadın”dan başlasak… Tarih boyunca neler yaptı Türk kadını? Gelişimi ve değişimi nasıldı?

—Evet, karamsar cümleler hiç kullanmıyoruz zaten burada kadın kadına konuşurken… Tabii ki tarihte Türk kadınına bakmak çok önemli çünkü Türk kadınının tarihte bir akışı var aslında. Akış da şöyle; bir var oluşu var, arada bir çöküşü var bir de yeniden doğuşu var. Arada böyle bir akış görmemiz lazım Türk kadını ile ilgili… Çünkü eski Türk kültürüne baktığımız zaman, gerçek Türk kültürüne baktığımız zaman, kadının her zaman ön planda olduğunu görürüz zaten. Bahsettiğim akışta da onu kastediyorum çünkü gerçekten bir var oluşu var, arada bir geride kalışı var ve Atatürk ile yeniden doğuşu var. Eski Türk kültüründe kadın, her sahada var. Mesela siyasette var, hukukta var, sağlıkta var, Atatürk’ün yaptığı devrimler gibi düşünebiliriz…
 
Hepimizin bildiği gibi mesela, kadının Hakan’la birlikte söz söyleme hakkı var eski Türk kültüründe. Siyaset açısından baktığımız zaman şöyle değerlendirelim istersen, Hakan, arza çıkar ama “Hakan Buyurdu ki:…” şeklinde yazılırsa o buyruk kabul olmaz çünkü “Hatun ve Hakan Buyurdu ki:…” demek gerekir. Mutlaka Hatun’un yanında olması gerekir. Çok iyi bildiğimiz bir diğer örnek, İlteriş ve İlbilge Hatun. Çok örnek bir evlilikleri vardır; İlteriş söz söyler fakat danıştığı kişi bir kadındır. Türk kültüründe Kadınlık Hukuku diye bir şey vardır, dolayısıyla hukukta kadın vardır çünkü kadın adaletine güvenilir. 
 
Günümüzde kullandığımız kelimelere hiç dikkat ettiniz mi? “Anadil”, “Anavatan”… Ana, eski Türk kültüründe “Vazgeçilmez olan” demek. İnanç sistemine bakalım, yine kadın çok önemli. Şaman kültüründe şamanı besleyen bir ağaç var o ağacın ismi “Anaağaç”tır, kadından gelir. Tanrıça kısmına bakalım, karşımızda bir Umay Tanrıça var; çocukların koruyucusudur ve Umay Tanrıça resmedilmiştir aslında… Şunu da belirtmek isterim, Ziya Gökalp’in çok bilinen bir cümlesi var, şöyle diyor: “Dünyanın en demokratik ve en Feminist nesli eski Türklerdir.” Burada da dikkat etmek gerek, ne kadar eski bir zamandan bahsediyoruz ve “Feminist” kelimesi var. “Ziya Gökalp Türkçülüğün Esasları’nı yazmış, böyle bir şey söylemesi normal” diyecek olursan Marco Polo’ya bakalım… Kendisi “Türk kadınları, dünyanın en temiz kadınlarıdır” diyor. Türk olmayan birinden bunu duyduğumuzda da zaten durum anlaşılıyor.
 
Oğuz boylarında kız çocuğu sahibi olmak isteyen beyler, duaya çıkarmış çünkü kız çocuğu çok kıymetlidir, kadın çok kıymetlidir Türk kültüründe. Mesela kıyafetlere baktığımız zaman Türk kadını her zaman hareket edebilecekmiş gibi giyinir. Her an atının üzerine binebilecek kadar rahat giyinmek zorundadır. Konargöçer zamanda Türkler, hepimizin bildiği gibi çadırlarda yaşıyor ve o çadırlar hep bir ırmağın kenarında kuruluyor çünkü yaşamak için su lazım. O ırmağa “Katun Irmağı” denir ve Katun, Hatun demektir. Bir diğer örnek, tarım yapmak için dağların kenarlarındaki topraklar kıymetlidir. Adı yine Katun (Hatun) dağıdır… Hatta son bir örnek daha vereyim; insanların yaşadıkları çadırın toprakla bütünleştiği yer var, çadırın kendisi var bir de tepesi var. Toprakla bütünleştiği yer erkeği simgeler, sağlam bastığın yerdir. Çadırın tepesi kadını simgeler, her şeyi gözetleyendir, aradaki çadır kısmı da aileyi simgeler. Türk kadınından bahsedeceksek, bu sebeple en eski tarihe bakmamız gerekir… 

Evrim Şencan
—Günümüzde şahit olduğumuz “Kadın hakları savunucularının” tarihte bir karşılığı var mıydı? Osmanlı kültüründe örneklerini görmek mümkün müydü?

—Tabii ki, Osmanlı kültüründe bir karşılığı olmaz olur mu… Zaten az önce söylediğim gibi Ziya Gökalp döneminden beri Feminizm kelimesi geçtiği için var olduğunu anlayabiliriz. Eğer Türk kültüründe kadın varsa Osmanlı kültüründe böyle bir akımın olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz ama şöyle… Osmanlı, 650 yıllık bir imparatorluk. Bu sürecin tamamında “Kadın hakları vardı” diyemeyiz. Türk kültüründen aktarımlar tabii ki oluyor. Mesela ilk zamanlarda bazı topluluklar var örneğin Bacıyân-ı Rum teşkilatı var, kız kardeşler anlamında. Osmanlı döneminin kuruluşunda bunları görmek mümkün. Yükselme döneminde bütün dünyada ataerkil yapının da gelmesiyle, halifeliğin Osmanlı’ya geçmesiyle kadın artık arka planda kalmaya başlıyor…
 
“Ama bizim bildiğimiz bir Hürrem Sultan var, Kösem Sultan var” diyecek olursanız, Hürrem Sultan bir cariyedir, bir birey değildir. Evet söz söyler ama ya padişahın üzerinden söz söyler ya da şehzadenin üzerinden söz söyler ve sadece sarayın içinde söz sahibidir, sokakta bunu söyleyemez. O, cariyelikten gelmedir dolayısıyla “Birey olma” farkını, son sözün her zaman padişahta, yani erkekte olduğunu görmemiz gerekir. Süreç içinde dünyada yaşanan değişimler, Osmanlı kültürüne de yansıyor doğal olarak. Bu değişimler de her zaman bahsettiğimiz Tanzimat ve Meşrutiyet dönemindeki kırılmalara denk geliyor. Avrupa’daki Rönesans ve Reform Hareketleri, Fransız İhtilali, aydınlanma dönemi olumlu da olsa olumsuz da olsa Osmanlı’ya mutlaka etki ediyor. Haliyle Tanzimat ve Meşrutiyet döneminde Osmanlı’da çok kıymetli bir kadın hareketi başlıyor. Peki söz hakkı olmayan kadın, bu hareketi nasıl başlatıyor?
 
O dönemde Osmanlı döneminde okuma-yazma oranı binde yedi olan kadınlar, mesela Halide Edip, Fatma Aliye, Nakiye Hanım gibi önemli figürlerin de harekete geçmesiyle son dönemde -gizli, açık fark etmez- tam on dört kadın cemiyeti kuruluyor. Bu cemiyetler, dergiler yayınlamaya başlıyor. Bu cemiyetlerin başlarında da bahsettiğimiz okuma-yazma bilen, eğitimli kadınlar var… Hürrem Sultan ile olan ayrımı burada tekrar söylemek isterim, burada büyük şehirlerdeler ve okumuş kadınlar… Şükûfezar, en önemli dergilerden biridir. Hanımlara Mahsus Gazete, çok önemli bir gazetedir. Bunun karşılığı olan Erkeklere Mahsus Gazete de inanılmaz güzeldir hatta… Diyorlar ki “Hep siz bizi yazdınız biraz da biz sizi yazacağız”. Süs, İnci gibi birçok kadın dergisi çıkıyor bunun yanında. Bu dergilerin yazılması, basılması, dağıtılması çok zor o dönemde çünkü Meşrutiyete kadar zaten basın özgürlüğü yok, kadın özgürlüğü yok, Meşrutiyetten sonra kadının “Dolaşım alanı” genişliyor. 
 
Osmanlı Kadın Hareketi’nde dolaşım vardır. Yani bu hareket, “Ben de varım!” der. Osmanlı Kadın Hareketi siyasi hareket, siyasi hak bilmez. Hak talebi yoktur, fark burada zaten. Siyasi hak, toplumdaki bireyleri eşit yapar. Bahsettiğimiz kadın hareketi cemiyetler ve dergiler üzerine. Bu cemiyetlerin çoğu yardımlaşma cemiyetleri, örneğin Kızılay (Hilal-i Ahmer Cemiyeti), Nisvan Cemiyeti (Eski Türkçe’de kadın demek)… Bu dergilerin içinde “Kadın Yolu” isimli bir dergi de var, bu dergi Müslüman kadınların fotoğraflarını basan ilk dergi ve tarihe geçecek. Diğer dergilerle modaya hakim olan kadınlar güzel fotoğraflar çekinmeye başlayacaklar... Aynı zamanda okumuş kadınlar bu dergilerde yazılar yazmaya başlayacaklar ki bu muhteşem bir şey fakat üzücü tarafı, her biri mahlas veya isimlerinin baş harflerini kullanacak çünkü kendi isimlerini kullanmaya cesaretleri yok. Sosyalist bir kadın olan Yaşar Nezihe, 1 Mayıs’ta işçiler için ilk şiir yazan kadın ve gerçek ismi Yaşar Nezihe bile değil, kocası ismini beğenmediği için değiştirmiş… Hareket etmeye çalışan kadın, bir yerde de durdurulmaya çalışılıyor anlayacağınız. O yüzden bu kadın hareketi çok mühim ama şunu da unutmamak lazım; tüm bunlar olurken Osmanlı yıkılıyor… 
 

Evrim Şencan
—Peki, dönemin şartlarında kültürler arası etkileşimi de göz önünde bulundurursak, dünyadaki kadın hareketlerinden nasıl bahsedebiliriz?

—Zaten Osmanlı’daki kadın hareketi, dünyadaki kadın hareketinden etkileniyor. Bütün dünyada bir kırılma noktası var. Orta Çağ’da kadının yok sayıldığını hepimiz biliyoruz. Cadı, büyücü deniyor kadınlara, yakılıyorlar… Gözünden, dans etmesinden her şeyinden korkuluyor. Rönesans ve Reform hareketleriyle birlikte dünyada üç ayrı kavram doğuyor; Süfrajet, Süfrajist ve Feminizim. Kadın haklarını savunan bütün kadın ve erkeklere -cinsiyet ayrımı olmaksızın- Süfrajet; kadın haklarını savunan kadınlara Süfrajist, kadınların hakları olduğunu savunan kesime de Feminist denir. Süfrajet ve Süfrajist, Osmanlı’ya yansıyan hareketlerden. Dünyada oluşmaya başlayan “Süfrajet Kadınlar”, Uluslararası Kadın Birliği isminde bir birlik oluşturuyor ve bu birliğin bir özelliği, dünyadaki bütün ülkelerde yaşan ve kadın haklarını savunan kadınlardan birer üye alıyor. Osmanlı’daki kadınlar da buraya girmeye çalışıyor. Bu sırada tabii ki bu birlik büyüyor ve bir gelenek ortaya koyuyor. Belirli yıllar arasında, bir ülkede bu kadınların tamamı toplanıyor ve kadınların sorunları, aldıkları ya da alamadıkları hakları konuştukları bir haftalık toplantılar yapıyorlar. 
 
Uluslararası Kadın Birliği de tabii ki dergiler çıkarıyor. Biri Jus-Suffragii ki bu dergi, dünyadaki tüm ülkelerde kadınların haklarına kavuşmasını gün gün anlatır. Türk kadınları için de geçerlidir, Türk kadınlarına özel ayrı bir bölüm vardır ve bu dergi dijitalde vardır, her sayısına ulaşılabilir. Bir de The Suffragette var. Logoları da çok güzeldir, bir kadın elinde bir terazi tutar ve eşitliği simgeler. Süfrajet hareket kendini en çok İngiltere’de gösteriyor. İngiliz Süfrajetleri diye bir kavram vardır İngiltere’de. Sokaklara döküldü bu kadınlar, ellerinde pankartlarla gezdiler… Haklarını aldılar mı? Aldılar ama bu kadınların tamamı tartaklandı, tutuklandı ve yerlerde süründü siyasi haklarını alırken. Cumhuriyette Türk kadınının burnu bile kanamamıştı…
 

Evrim Şencan
—Millî mücadele dönemi, hepimizin de bildiği gibi Türk kadınının sahada olduğu bir dönemdi. Nasıl bir kadın profili çıktı Türkiye’den? Bunu sağlayan temel güç neydi?

—“Bir çift mavi gözün ışında” Milli Mücadele başladı… Bu dönemde kadının yerini, fedakâr davranışlarını, kağnılarla cepheye cephane, yemek taşımasını hepimiz biliriz. Bu dönemdeki Türk kadınını da ayrı başlıklarda incelememiz gerekir: Cephedeki kadınlar, istihbaratçı kadınlar bir de mitinglerde kadınlar var. Cephedeki kadınlara bakacak olursak Nezahat Onbaşı gibi, Kara Fatma gibi, Gördesli Makbule gibi isimler karşımıza çıkar. Behire Hakkı da onlardan bir tanesidir. Okuma yazma bilmeyen kadınlardandır ama müthiş dikiş diker. Bunun için çevresindeki kız çocuklarını toplayıp ilk “Biçki dikiş okulunu” açar ve askerlerimiz için kıyafet dikerler. Mevhibe Celaleddin, bahsetmemiz gereken bir diğer kadın. Kendisi Atatürk’ün istihbaratçısıdır ve Abdülhamit’in kız kardeşinin torunudur, sarayı bırakarak milli mücadeleye katılır. Osmanlı’nın son döneminde okumuş, cemiyet kuran kadınlardan bahsetmiştik, işte o kadınlar bu dönemde işgallere karşı mitingler yapmaya başlıyor. Bu mitinglere Anadolu’dan kadınlar da katılıyor. 
 
Aralık 1919, bizim kadın tarihimizde ve Millî Mücadele Dönemi’mizde çok önemli tarihlerden biri çünkü Kastamonu’da ilk kadın mitingi yapılıyor. Bu ilk kadın mitingidir. Daha sonra Sivas Valisi’nin eşi Melek Hanım, Anadolu Kadınları Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti isimli bir cemiyet kurar ve Anadolu’daki kadınların örgütlenmesine katkıda bulunuyor. Yani kadınlar hem cephede hem geri planda istihbaratçı olarak hem de mitinglerde kendilerini gösterecekler. Kadınlar hep bir mücadele farkındaysan :) Tarih boyunca hep bir mücadele içindeler…

Evrim Şencan
—Günümüz siyasetinde kadının toplum gözündeki yerini, yapılan açıklamalarla görüyoruz. Oysaki Türkiye’de 1930 yılında kadınlar, belediye seçimlerine aday olma ve seçim hakkıyla çoğu Avrupa ülkesini geride bırakmıştı. Atatürk’ün kadınları sadece sosyal hayatta değil, siyasi hayatta da söz sahibi yapma çabalarına dair neler söylemek istersiniz?

Her zaman gururla söylüyorum: Cumhuriyet bir kadın devrimidir! Millî Mücadele başarıyla sonuçlanıp Cumhuriyet ilan edilince, Atatürk senin de söylediğin gibi siyasi hayatta da kadının bulunmasını istiyor çünkü siyasi hak ne demekti? Kadın ve erkeğin eşit olması… Atatürk ve Cumhuriyet bunu sağlamaya çalışıyor. Bireylerin eşitliğini sağlamaya çalışıyor. Atatürk, önce İzmir İktisat Kongresini toplar sonra Cumhuriyeti ilan eder bildiğimiz gibi. Fakat bu kongreden de önce, İzmir’de bir kadın kongresi topluyor ve bu kongrenin başkanlığını eşi Latife Hanım yapıyor. Bu kongrenin raporunun altında LMK harflerinden oluşan bir imza var, Latife Mustafa Kemal anlamına geliyor. “Eş, eşit, kadın başkanlık yapsın”ı vurguluyor Atatürk. Bundan sonraki süreçte de devrimler başlıyor ve her devrimde kadını ön plana alıyor. Kız çocuklarını okula gönderiyor, kızlarla erkekler birlikte okusun diyor, Medeni Kanun’a bakarsak zaten başlı başına kadın üzerine… Bu kanunu İsviçre’den esinlenerek oluşturmasının sebebi de zaten kadın haklarına en çok önem veren ülkenin İsviçre olması. 
 
Sosyal hayata bakacak olursak 1929 yılında güzellik yarışması düzenliyor ve tüm dünyaya “Türk kadını var” demiş oluyor. Hepsinden sonra da siyasi haklar geliyor… Bu haklar üzerine tabii ki öncesindeki süreçte de çok konuşuluyor. Hatta, Ankara’da yaşayanların mutlaka bildiği bir cadde var, Tunalı Hilmi caddesi. Tunalı Hilmi, mecliste Atatürk ile kadınların siyasi haklarına kavuşması için çaba sarf eden biri. Önce devrimlerle altyapı oluşturuldu ve ardından siyasi haklar geldi. Her şeyin bir sırası var… Ki buna rağmen Türkiye’deki kadınlar birçok dünya ülkesinden önce bu hakkı aldı ve bu durum Türkiye’de büyük bir yankı uyandırdı. Türk kadını, Cumhuriyet ile yeniden doğdu, Atatürk ile Türk kadını yeniden doğdu… Atatürk, Türk kadınlarını özüne döndürdü, yani zaten sahip olduğu hakları geri verdi. 

Evrim Şencan
—Bugün “Feminizm” adı altında cinsiyet eşitliğini savunan görüş, Türkiye’de ne zaman ve nasıl kendini göstermişti? Sizce cinsiyet eşitliği sağlanabilmiş miydi ve eşit haklar, ne zaman sadece kâğıt üzerinde kalmaya başladı?

Türkiye’de Feminizm kavramı ilk kez Osmanlı’daki kadın hareketinde kullanılmıştır. Büyük Mecmua dergisinde ilk defa bu kavram geçer. İzmir’deki Kadın Kongresi’yle eş zamanlı olarak bir şey daha yapılıyor. 1923 yılında ilk açılan partimizin adı Kadınlar Halk Fırkası’dır, yani bir kadın partisidir aslında ve başında Nezihe Muhiddin isimli bir kadın vardır. Nezihe Muhiddim diyor ki, “Biz Feminizmi savunuyorsak bir parti kurmamız lazım”. 15 kişiyle birlikte bir parti kuruyor fakat bu parti meşrulaşamıyor çünkü henüz ortada Cumhuriyet yok! Çok çalışmış bir kadın kendisi fakat anayasada henüz böyle bir hak olmadığı için partinin geçerliliği yok. O yüzden strateji değiştiriyor ve “Fırka” kelimesi yerine “Birlik” kelimesini koyuyor. Böylece çalışmalara başlıyor fakat üzerine bir suç attılar. Kadınlar Halk Fırkası’nın tüm gelirini zimmetine geçirdiğini iddia ettiler fakat kendisi zaten çok varlıklı bir aileden gelmişti ve partinin tüm harcamalarını cebinden yapmıştı. Sonrasında bu iddianın doğru olmadığı söylendi ve kendisi aklandı. Fakat bu suçlamayı gururuna yediremediği için fırkadan ayrıldı ve hayatını bir akıl hastanesinde kaybetti… Bu da kadınların önünün her alanda kesilmeye çalışılmasının bir örneğidir.
 
Birlik kapanmadı ve başına, Hamdullah Suphi’nin torunu Latife Bekir geldi. Latife Bekir, Nezihe Muhiddin’in düştüğü hataya düşmedi, Atatürk’le birlikte yürüdü ve çok büyük bir şey başardılar. Bahsettiğimiz Uluslararası Kadın Birliği’nin bir toplantısını Türkiye’de yaptılar… 39 ülkeden 360 kadın Türkiye’ye geldi ve bu toplantı özellikle Yıldız Sarayı’nda yapıldı. Çünkü aynı sarayda, çok kısa bir süre önce kadınlar kafes altında ve cariyeydi. Şimdi Türk kadınının siyasi hakları var… Bu toplantının açılış konuşmasını Latife Bekir Fransızca yaptı ve toplantıdan bir hafta sonra Birliğin başındaki Margery Corbett Ashby, “Biz kadınların, Türk kadınlarından çok şey öğrenmesi lazım” dedi. Kendisi aynı zamanda ülkemizden ayrılmadan önce Atatürk ile tanışmak istedi. Ülkemize gelen kadınlar, Türk kadının toplumdaki yerini gördü bu toplantı sayesinde. Tepebaşı Tiyatrosu’na, çay partisi için Robert Koleji’ne, boğaz gezisine götürüldü bu kadınlar ve Latife Bekir, akşam yemeğinde bu kadınları evinde ağırladı. Burada gösterilmek istenen şey, “Biz evimizi idare ederken çalışabiliriz” idi.  İnanılmaz bir kadındır kendisi… Atatürk’le birlikte yürür bu yolda ve hep şu sözü söyler: Yaşasın Gazi, Yaşasın Türk Kadını, Yaşasın Cumhuriyet! 
 

Evrim Şencan
—Birçok önemli isimden bahsettiniz anlattıklarınızda ve Cumhuriyet Dönemi de ilklerle dolu… Türkiye’de kadının ön plana çıktığı bu dönemde, unutulmaması gereken isimler sizce hangileri?

—Atatürk’ün bir cümlesi var: “Sizleri birer kıvılcım olarak göndereceğim, bir alev olarak geri döneceksiniz”. Böyle söylediği kadınların yurt dışında eğitim almasını ve tekrar ülkemize döndüklerinde yeni öğrenciler yetiştirmelerini sağlıyor. İlkler de böyle doğuyor… Her mesleğin bir ilki var. Afet İnan, sayacağımız kadınların en başında gelmeli çünkü kendisi Türk kadınının siyasi haklarını alması için çok emek harcayan biri ve ilk kadın tarihçi. Kendisi Atatürk’ün de manevi kızı bildiğimiz gibi. İlk kadın arkeoloğumuz Jale İnan, ilk kadın astronomumuz Nüzhet Gökdoğan. Kendisi yurt dışında okuduktan sonra göndermek istemiyorlar, “Burada kal, bizimle çalış” diyorlar fakat kendisi “Benim Atatürk’e bir sözüm var” diyerek Türkiye’ye dönüyor. Safiye Ali ilk kadın çocuk doktorumuz. Atatürk ile birlikte “Nasıl sağlıklı Türkiye Cumhuriyeti çocuğu geliştirilir” sorusunun cevaplarını aradıkları “Süt damlası” kurumunu kuruyorlar ve ihtiyacı olan annelere süt dağıtıyorlar, bu kurumların bahçelerine kum havuzları yapıp çocukların güneşten faydalanmasını sağlıyorlar, anne sepetleri hazırlıyorlar. Yani gerçekten Atatürk’ün kıvılcımlar dediği herkes alev olarak geri geliyor. O yüzden tekrar söylüyorum: Cumhuriyet kadın demek, Cumhuriyet kadın devrimi… Bunu asla unutmamamız lazım! 

Evrim Şencan
—Bu kadar bilgili, donanımlı, üretken ve başarılı bir kadın olarak, Atatürk’ün hangi sözü sizin yolunuza ışık tutuyor? 

—Atatürk’ün önemli birçok sözü var fakat madem kadınlardan konuşuyoruz: “Dünyadaki hiçbir ülkenin kadını, Anadolu kadını kadar ‘Vatanımı kurtarmak için fedakârlık ettim’ diyemez.” der Atatürk. Benim en sevdiğim ve en önemli sözlerinden bir diğeri de şudur: “Kadınlarımız erkeklerden daha aydın olmaya mecburdur” Neden böyle bir şey söylediğini kendime göre yorumlarsam şunu söyleyebilirim: Her ülkedeki devrimin taşıyıcı kolonu kadındır. Çünkü yine Atatürk ne diyor? “Dünya’da güzel olan her şey kadının eseridir” diyor…

Evrim Şencan
—Tüm bu anlattıklarınızla Türkiye Cumhuriyeti’nde kadının yerini bir kez daha görmüş, anlamış olduk ama son kez sizden “Atatürk için kadın” ı tarif etmenizi istesek neler söylersiniz?

Bu zor bir soru ama bence Atatürk için kadın her şey demek. Bütün devrimlerinin temeli kadında. Dolayısıyla Atatürk için kadın; eğitim demek, hukuk demek, eşitlik demek, sağlık demek, laiklik demek, kadın aslında devrimin temeli demek. Uluslararası Kadın Birliği’nde bulunan kadınlar da Türkiye’de toplandığında Atatürk için bir şey söylemişlerdi onu da burada söylemek isterim. “Atatürk, şark kadınının kurtarıcısıdır.” demişlerdi. “Türk kadınının” demiyorlar fark ederseniz, “Tüm şark kadınının” diyorlar çünkü Dünya’daki bütün İslam ülkeleri (Mısır hariç) Türkiye’den sonra bağımsızlığını almıştır. Aslında İslam ülkelerinin de bağımsız yaşayabileceklerini görmüşlerdir. Atatürk halifeliği kaldırdığında hiçbir İslam ülkesi, halifeliği üzerine almak istemedi. Çünkü şunu çok iyi bildiler ki, emperyalizm zaten halifeliği ve ona bağlı olarak, kadını kullanarak bazı şeyleri gerçekleştiriyor. Ama kadın, devrimin taşı olursa eğer, o zaman o ülke her zaman muasır medeniyetler seviyesine çıkabilecek yetkiye sahip olur. O yüzden Atatürk için kadın ne demek? Bütün devrimler demek. Son bir şey daha söyleyeyim, Fikret Kızılok “Bir Devrimcinin Güncesi” isimli, Atatürk’ten yola çıkarak yapılmış bir albüm çıkarmıştı, ben sürekli dinler, sürekli anlatırım bu albümü. O albümdeki şarkıların birinde bir cümle var ve beni çok etkiler: “Kadınlar, yeniden doğuracaklar kendilerini”
 
O yüzden kadınlar, kendilerini her zaman yeniden doğururlar.
 
Son olarak, acaba kadınların tarihi mi talihini belirliyor, talihi mi tarihini belirliyor bir de dönüp ona bakalım isterseniz hep birlikte… 
 
—Evet bu soruyu biz biraz düşünelim hocam… Çok çok çok teşekkür ediyoruz, ağzınıza sağlık.
 
—Ben teşekkür ediyorum, çok sağ olun.
 
Derin bir nefes alıp uzun uzun uzaklara daldım röportajımız sonrasında. Yine düşünmek, sorgulamak ve Atatürk’ü hem sevgiyle hem de derin bir sızıyla anmak için çok şey bırakmıştı Evrim Hoca avuçlarıma.Şimdi izin verirseniz kendisine bir kez daha teşekkür etmek istiyorum huzurlarınızda. Siz de bu ülke için bir “Alevsiniz” Evrim Hocam. Tüm kıvılcımlarınız sizin sayenizde bilinçleniyor, öğreniyor ve tarihine bir başka gözle bakmaya başlıyor. İyi ki varsınız, emeklerinize sağlık…
 

©2022 Beyhan&Beyhan Business Solutions Tüm Hakları Saklıdır
Yukarı Kaydır
BUNU OKUMAK İSTER MİSİN?