Kathimerini
TARİH

"Bir Yemin Ettim ki Dönemem": Bir Pontus Sorunu

28 Tem 2023

Samsun'dan Artvin’e kadar uzanan bölgenin tarihteki adı Pontus. Bölgenin adı Pontus Alpleri olarak bilinen Kuzey Anadolu Dağları’na da verilirken, köken olarak Euxinos Pontos yani misafirperver denizden geliyor. Bugünkü konumuz ise Pontus’ta yaşanan olaylar… Buyurun, ayrıntılara geçelim.

Orthodox Times
Pontus’un tarihi oldukça eskiye uzanıyor, M.Ö. 8. yüzyıldan beri Yunan kolonicilerin sevdiği kıyılardan olan Karadeniz kıyılarına Amastris, Sinope, Amisos gibi koloniler kuruluyor. Sonra Mithradatis dönemiyle Pontus Krallığı başlıyor, 1. yüzyılda Roma generali Pompey tarafından fethediliyor ve Nero zamanında Roma’ya bağlanıyor. Roma ikiye ayrılınca Bizans egemenliğine geçen bölge, Konstantinopolis Yağması’ndan (1204) sonra Trabzon Rum İmparatorluğu döneminde sürekli el değiştiriyor. Trabzon’un düşmesiyle (1461) de Osmanlı egemenliğine giriyor ve 400 sene boyunca Osmanlı egemenliğinde kalıyor.

Bu kısa tarihçenin ardından bugünkü konumuza gelelim: Pontus Sorunu veya Pontus Kıyamı. 1913-1923 arası, 10 yıl boyunca süren sistematik bir olaylar dizgesinden bahsedeceğiz bugün ve meseleyi ne Türk ne de Yunan milliyetçiliğinden aktaracağız. Yıllardır iki ülke arasındaki sorunlardan biri olan Pontus Kıyamı’na dair ne biliyorsak masaya yatıracağız.


Orthodox Times
Bildiğiniz gibi Birinci Dünya Savaşı öncesinde Osmanlı İmparatorluğu’nda pek çok karışıklık yaşandı. Millet sisteminde işleyen imparatorluğun iç işleri, dış ilişkileriyle karıştıkça meselenin rengi değişti, bir de 18. yüzyıl sonundan beri yükselen milliyetçilik fikirleri var.  19. Yüzyılda Yunanlar bağımsızlıklarını kazanıp anakara da devlet kurduklarında, Pontus Rumları da kendi bağımsızlıkları için çalışmaya başladılar. Anakaradan çok uzaklardı, Yunanistan’a fiili bir katılım mümkün görünmüyordu. Pontus Rumları bu sırada Gürcistan’a ve Rusya'ya göç etmeye başladı. 

1904 yılında Merzifon'da Pontus Cemiyeti kuruldu ve amacı Pontus’un bağımsızlığıydı. Trabzon Metropoliti Chrysanthos Filippides’in desteğiyle giderek büyüyen bu cemiyet, uluslararası camiada da görünürlük kazandı. Leonidas Iasonidis hareketin başına geçerken, 1916 yılında Trabzon’un Ruslar tarafından işgal edilmesiyle Pontus Rum Devleti görünürlük kazandı. Bolşevik İsyanı sonrası Rus güçleri bölgeden hızla çekilince işin rengi değişiverdi. Amerika Birleşik Devleti Başkanı Woodrow Wilson’ın bağımsızlık ilkeleri yayınlanınca Pontus Cemiyeti de bağımsız Pontus fikrinin uygulanabilirliğini vurguladı. Paris Barış Konferansı (1918-1919) sırasında Wilson tarafından da desteklenen Pontus Rum Devleti, Metropolit Chrysanthos tarafından 18 sayfalık bir memorandum ile sunuldu. Öyle ki Yunanistan Başbakanı Eleftherios Venizelos, Rusya'ya göç eden Pontus Rumlarının tekrar dönmesi için finansal destek programı başlattı. Mondros Mütarekesi ile İngiliz askerleri Samsun’a çıkarak hem Müttefik güçleri hem de gayrimüslimleri koruma altına aldığını açıkladı.


Pontian Greek
Peki, mesele ne zaman kızıla boyandı? Aslında yıllardır Pontus’ta ırmaklar kızıl akıyordu ki birazdan bu noktaya geri döneceğiz, sevgili okuyucular. Paris Barış Konferansı sırasında Venizelos, bağımsız bir Pontus Rum Devleti’nin anakara Yunanistan'dan çok uzak olduğunu ve desteklenemeyeceğini açıklayarak oluşan fikirlerden desteğini geri çekti. Bunun yerine Trabzon merkezli bir Ermeni cumhuriyeti kurulmasını önerdi fakat bu fikir hiçbir taraftan destek almadı. 1919 Mayıs ayında Yunan Kızıl Haç’ı Pontus bölgesinde yaşanan olaylara dair uzun bir belge yayınlayarak destek istediklerini açıkladı çünkü Pontus’ta işler kontrolden çıktı. Jön Türklerle başlayan kıyımlar, İttihat ve Terakki döneminde güçlenmiş, bölgede Türk tarafından Topal Osman ve Rum tarafından Konstantinos Anastidis liderliğinde çetecilerin faaliyetleri durdurulamaz hale geldi.

Alman askeri ataşesinin açıklamasına göre Ekim 1915’te Osmanlı Savaş Bakanı İsmail Enver hem Ermeni hem de Rum sorunlarının çözülmesi gerektiğini söylemişti. 1917’de Almanya Şansölyesi Theobald von Bethmann Hollweg de bu açıklamayı destekleyerek Osmanlı'nın azınlıklara karşı tutumunu dile getirmiş ve Anadolu'da yaşanan olaylara dikkat çekmişti ki burada Almanya'nın Osmanlı İmparatorluğu’na müttefik olduğunu da hatırlatmak isteriz, sevgili okuyucular. Foça ve İzmir'de yaşananlar bu sefer Samsun merkezli olmak üzere Pontus’a taşındı ve hem çeteciler arasındaki mücadele hem de devlet görevlilerinin emirleriyle Pontus Kıyamı başladı. Pek çok Yunan Ortodoks Amele Taburları’na gönderilirken, şehirlerde ya zorunlu göçler ya da katliamlar gerçekleştirildi. En kritiği Samsun Tehcirleri olarak bilinen olaylar dizisi tüm Pontus’ta yaşanmaya başladı, Samsun'da 15.000 olarak hesaplanan Rum nüfusu bir anda ortadan yok oluverdi. Samsun'da Rum köyleri sistematik bir şekilde yok edilirken, Ankara Hükümeti yaşları 16-50 arasında değişen Rumların şehirden gönderilmesini emretti. Samsun Mutasarrafı’nı ziyaret eden İngiliz görevlileri herhangi bir sonuç alamadı ve Amiral Bristol bir yazı yazarak durumu protesto etti. Yaşanan olaylar sadece Samsun Tehcirleri ile bitmedi, Giresun, Ordu, Trabzon ve Rize şehirlerinde de Rumlar ya zorunlu göçe tabi tutuldu ya da katledildi. Aynı durum Rum çeteler içinde geçerlidir, Pontus hattı boyunca pek çok Türk köyü Rum çeteciler tarafından basıldı ve yakıp yıkıldı. Hatta Topal Osman'ın ulusal gazeteler tarafından yere göğe konulamadığı, kahraman ilan edildiği dönemde tam bu sürece tekabül etti: Rum çeteciler Pontus Cemiyeti ve Etnik-i Eterya tarafından desteklendikçe olup biten hep masum vatandaşlara oldu.

Pontian Greek
Bu sırada devletler arası mücadelelerle ilgisi olmayan Türk ve Rum vatandaşlar arasında yoğun bir destek hattı oluşturuldu. Kimliğini gizli tutabilen Rum vatandaşların pek çoğu komşu Türk aileler tarafından saklandı ve sağ kalanlar kimliklerini değiştirerek hayatlarına devam ettiler. Lozan Barış Antlaşması’yla gelen mübadele dönemini de atlatabilen Rumların, ki sayıca oldukça az kalmışlardı, çoğunluğu hayatlarını Türk ve Müslüman elementlere göre düzenlediler ve kalanlar yaşanan olaylardan bahsetmeyi reddettiler. Örneğin bugün Trabzon’da Rum kökenlilerin ağırlıklı olduğu bir köyde, aile büyükleri Rumcayı çok iyi bilmelerine rağmen konuşmazken, Rize’de bir köyde kilise kalıntıları hala çayların arasında yer alır. Daha yakın zamanlı bir örnek vermek gerekirse 2010 yılında Samsun Kadıköy’de bir inşaat kazısı sırasında bulunan toplu mezarlıktan çıkan kemikler öylece Mert Irmağı’na atıldı ve üzerine herhangi bir araştırma ne Yunan ne Türk tarafından yapılmadı.

Peki sonra ne oldu? Bu kıyamın etkileri yıllardır iki tarafında gündemini meşgul etmekte. Türk otoriteleri yaşananları kesin bir dille reddedip, olup biten bütün katliamları “Yunan suçluydu” diye temize çıkarmaya çalışırken, Yunan otoriteleri “Osmanlı katildi, Osmanlı bizden nefret etti, Osmanlı insanlığın düşmanıydı” gibi mesnetsiz beyanlarla açıklamaya çalıştı. İki tarafta gerçek sorumluluğu almayı reddedip, olayı tarihin çukurlarına gömmeye ve her daim “Ama lobiler var lobiler” diyerek ya da “Yalan dolan” diye çığlık atarak kapatmaya çalıştılar ki bu uzun bir süre daha böyle devam edecek gibi gözükmekte. Pontus Kıyamı bir siyasi elemente dönüştükçe hem Türkiye hem Yunanistan yaşananların gerçekte ne olduğunu, binlerce insanı nasıl etkilediğini, sağ kalanların çektiklerini, Pontus’ta kalmayı ‘başaranların’ nasıl yola devam ettiğini düşünmeyecek. Aslında olup biteni çok basit bir örnekle açıklayabilir ve masumların politikacılar tarafından nasıl kurban edildiğini görebiliriz: 2010lu yıllarda, hayatı boyunca Trabzon'dan ayrılmamış, oğlu Yunanistan’a göçmüş olan Yannis Kofidis vefat ettiğinde hayatı boyunca istediği tek dilekten mahrum kalarak Ortodoks geleneklerine uygun gömülemedi. Kofidis’in uzak akrabaları ellerinden geleni yapsalar da otoriteleri aşamadılar ve Kofidis bir Müslüman mezarlığına gömüldü. Yannis Kofidis hayatı boyunca devlet aleyhine tek bir eylemde bulunmamış, kendi halinde yaşayan, devlete vergisini ödeyen ve hatta pek çok kişiden daha çok vatanperver bir Rumdu ancak hayatı boyunca peşini bırakmayan yafta, ölümünde de onun başına bela oldu… Kofidis tek örnek değil, Yaya Eleni, Katerini teyze, Heva ana… Hepsi bu ülkenin insanları fakat devletler arasındaki çatışmalara kurban oldular. Bu olayların artık sonlanması, çözülmesi dileğiyle bir yemin ettik ki dönemeyiz sevgili okurlar… Bir yemin ettik ki bu coğrafya da artık ırmaklar kızıla boyanmasın, kimse kimseye dini, dili, milleti yüzünden düşman olmasın!

©2022 Beyhan&Beyhan Business Solutions Tüm Hakları Saklıdır
Yukarı Kaydır
BUNU OKUMAK İSTER MİSİN?