canva
STORIES

Bir Vahşetin Gözlemi

02 Ağu 2023

Uzaklardan gelen bir metal sesiyle irkilen grubun içinde huzursuzlanmalar başlamıştı. İçlerinden bir tanesinin korkusu gecenin zifiri karanlığında hissedilebiliyordu. En çok korkan, en çok hatayı yapan olacaktı. Çok geçmeden birileri yaklaşan tehlikenin farkına vardı.

Sessiz bir akşamüstünde başlayan masum bir gözlem planı. Sıkı dostlar kendi aralarında gökyüzüne bakarken içlerinden bir tanesi “Gitsek ya şöyle bir dağın tepesine, ne şahane görünür orada gökyüzü” demişti. Başlarda bu işi çok ciddiye almayan grup sohbet koyulaştıkça fikre yanaşır olmuştu. Olabilecek hiçbir sorun yoktu. Arabayla tepelere çıkacaklar. Güvenli gördükleri bir ortamda farları kapatıp arabanın kenarından izleyeceklerdi gökyüzünü. Eğer birisi ses duyarsa -ki bu ses en fazla yaban domuzları ya da kirpiler olurdu- hemen arabaya binip topuklayacaklardı. Ters giden ne olabilirdi ki?

Beş kişi iki araba gitmenin ne kadar anlamsız ya da anlamlı olacağı konusunda uzlaşmaya varamamışken içlerinden birinin kulağı haberlere takıldı. On yıllar önce kapatılan tımarhanenin olduğu köye kimse gitmiyordu. Belediye elektrik tellerini bile yenilememişti ve köyde hiç elektrik yoktu. Dolayısıyla herkes terk etmişti. Fakat kulak kabartanın asıl ilgilendiği olay elektriğin, dolayısıyla ışığın olmamasıydı. Işık yoksa ışık kirliliği de yoktu ve gökyüzü inanılmaz olmalıydı. Hemen haberlerde bahsettikleri köyün yol tarifine baktı. Evet bu kadar uzağa gitmeyi planlamamışlardı ama bu eğlence kaçmazdı. Birkaç saatlik mesafede terk edilmiş bir köy ve ışıksız bir gökyüzü. Üstelik gidecekleri hafta sonu Ay da yoktu. Her yer zifiri karanlık.

Çocukken izlediği filmi ilk hatırlayan anlatmaya başladığında diğerleri de ona katıldı. Her zaman olduğu gibi bahsettikleri filmin en korkunç sahnesi konusunda da anlaşmaya varamamışlardı. Birisi gazetecinin elindeki kameradan ölü deli doktoru gördüğü sahneyi diğeri ise bodrumdaki akvaryumların içinde yüzen insan bedenlerinin olduğu sahneyi hatırlatıyordu. Sahneleri hatırladıkça sadece gülüyorlardı. Gülebilmenin kıymetini ise henüz bilmiyorlardı.

Sözleştikleri gün arabaya doluşup yola koyuldular. Gittikleri yerde hiçbir şey bulamayacakları için yolda bir yerde durdular. Bu yolun güzergahında iki köy vardı ve birisi terk edilmiş köydü. Marketteki adam hiç sorgulamamıştı bile nereye gideceklerini. Çünkü aklı başında olan hiç kimse o köye gitmeye cesaret edemezdi. Gençlerin kendi aralarındaki konuşmalarından oraya gideceklerini anlayan zavallı adam olağanca acıyan gözlerle bakarak ve belki de biraz gözleri sulanarak “nolur gitmeyin oraya” diyebildi sadece. Bu sözleri gençler için eğlencenin daha da artmasına neden oldu.

Telefonun navigasyonuna göre son birkaç kilometre kalmıştı ve zaten başka yol da yoktu. Dolayısıyla telefon sinyalinin tümüyle kaybolmasını kimse önemsemedi. Üstelik kimsenin telefonu çekmiyordu. Nihayet güvenli olacağına inandıkları bir yer buldular. İlk işleri kameralarını açıp flaşlarla video çekmek oldu. Zamanın nasıl geçtiğini anlamadıkları için bir süre kendi aralarında bu eğlenceli videolara devam ettiler. Çeneden yukarı fener tutarak birbirlerini korkutma amacı güden arkadaşların pilleri yavaş yavaş tükeniyordu. Işıksız köyün son ışıkları da böylece sönecekti.

Şarjı ilk tükenen, başını gökyüzüne ilk çeviren oldu. Resmen büyülenmişti. Flaşların gözlerini ne kadar aldığını fark etmemişler ve başlarının üstünde duran olağanüstü manzarayı atlamışlardı. Neyse ki çok geç olmadan görebilmişlerdi ve büyüsüne kapılıp öylece bakakaldılar. Sosyal medyada takip ettikleri astronomi sayfalarında olduğu gibi Samanyolu’nun izini görebiliyorlardı. Fark etmeden başları yukarıda biraz yürümüşlerdi. Her biri ayrı yerlere doğru. Arkalarını döndüklerinde ise diğer dört arkadaşını ve arabanın yerini artık bulamıyorlardı. İlk birkaç dakikada bu kimsenin umurunda değildi. Ta ki içlerinden birisi, arkadaşlarından birine rastladığını zannedip yanına yürüdüğü kişinin arkadaşı olmadığını anlayana dek.

Altına edecek kadar korkmuş olsa da gördüğü kişi normal bir insandı. Gecenin kör karanlığında sessizce yürüyor olması dışında anormal bir hali yoktu. Giyim kuşamı normal, pantolon ve gömlekli bir adamdı. Adam parmağını dudaklarına götürüp sessiz ol işareti yaptı. Ardından parmağıyla gökyüzünü işaret ederek ne kadar güzel değil mi diye fısıldadı. Adamın baktığı yere bakarak başını yukarı kaldırmasının ardından diğer arkadaşlarının duyduğu tek şey kesilen bir gırtlağın çıkardığı tuhaf sesti. Herkes şimdi biraz tedirgin olmaya başlamıştı.

İlk başta ne olduğunu anlamayan dört arkadaş sesin geldiği yere doğru gitmeye çalıştı. Domuz sesi olduğunu düşünseler de ses devam etmiyordu. Domuzun çıkardığı sesin tek seferlik ve daha derinden geleni gibiydi. Korkmaya başlamadan önce her şeyi açıklığa kavuşturma istekleri onlara bir özgüven sağladı. Hiçbir şey olmuş olamazdı. Konuştukları gibi eğer ses duyarlarsa ya da sorun olursa hemen arabaya binip oradan gideceklerdi ama bir sorun vardı. Araba neredeydi?

Adamın biri “Gelin! Gelin” diyordu ama bu arkadaşlarının sesine hiç benzemiyordu. Bizden başkaları var mı diye hiç düşünme gereği duymamışlardı. Nazik bir sesin gelin demesinin ardından duyulan elektrikli testere sesi hiç nazik gelmiyordu ve gecenin eğlencesini artık sona erdirdiği kesindi. O andan itibaren gerçekten panik olan dört arkadaş henüz birbirlerini bulamamışlardı. Panikle koşar adım yürürlerken sesler yaklaşıyordu. En sonunda tam gelmişlerdi ki ses kesildi. Testere artık çalışmıyor yalnızca yere damlayan bir sıvının sesi duyuluyordu. Bu kadar yakın olmalarına rağmen gözleri hiçbir şey görmüyordu. Etraf öylesine sessizdi ki çakan kibritin sesi yankılandı. Mumun aydınlattığı yere doğru yönelen dört arkadaş, önce saçları tıraşlanmış arkadaşlarının kafasında yanan mumu, ardından başının geri kalanından damlayan kanı ve son olarak da boşluğa bakan bulanık, son saniyelerinde dehşetle bakmış olan gözlerini gördüler. 

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK İÇERİKLER
©2022 Beyhan&Beyhan Business Solutions Tüm Hakları Saklıdır
Yukarı Kaydır
BUNU OKUMAK İSTER MİSİN?