Freud henüz gezegenimize teşrif etmemişti. Yani bizim genetik ve duygusal kabızlığımız, geçmişe bağlılığımız Sigmund’un bilinçaltımıza ilmek ilmek ördüğü bir safsata değil. Peki kim bizim geleceğimizin bu sürtünme kuvveti? Cevap basit ama kabullenmesi zor. Ananelerimiz…
istock
Doğrusu en sevimli izahı ‘anane’; en ürkütücü deyişi ‘töre’. Ben çağrışım açısından en rasyonel ve işlevsel tabiri tercih edeyim ve ‘gelenek’ diyeyim.
Hayatın ufak ama etkili diyalektiği; geçmiş ve geleceğin bir potada erimesi…
Dünyanın keşfedilebilen her karışında yaptırım gücüne sahip olan bu ‘gelenekler’, sosyolojik açıdan çok kritik bir niteliğe sahip. Çünkü biz gelenekleri biraz kurcaladığımızda, ekseriyetle alışkanlıklarla karşılaşıyoruz. Doğrusu geleneğin yapı taşının bu alışkanlıklar olduğunu dahi iddia edebiliriz.
Bu alışkanlıklar, toplumun karakterini belirlemekle kalmayıp kimi zaman bireyi küçük düşürecek eğilimler de gösterebilir. Ancak bu eğilimler işin aslına bakıldığında masum ve iyi niyetlidirler. Yarattıkları tahribata ihtimal dahi vermezler. Ama hakikatin diğer yüzünü muhatap aldığımızda da; bu farkındalığa erişse dahi toplumun, mitsel atalarının yadigarı, bazen de referansı bizzat Tanrı olan davranışların karşısında bireyin gururunu çekirdek gibi çitleyebileceği gerçeğine toslayabiliz.
Bu nedenle gelenekler çoğu zaman, teorik olarak iyimser ve mantıklı olsalar bile pratikte tam aksi şekilde işleyebilir.
Çinli gelin örneğinde olduğu gibi…
Çin’de toplumdan izole bir yaşam süren Tujia kabilesinin evlenecek olan kadınları, düğünden önceki 30 gece 1 saat boyunca gelenek gereği ağlamak zorundalar.
Genellikle Hunan eyaletinin Wulin dağlarında yaşayan bu kabile, toplumdan uzak oldukları kadar ailelerine de yakınlar anlaşılan. Çünkü gelinden 10 gün sonra, gelinin annesi de ağlamaya başlıyor. Gelin ve annenin 10 günlük senkronize ağlaması tamamlandığında, ağlama grubuna anneanne, kız kardeşler, hala ve teyze de katılıyor. Gelenek burada bitmiyor…
istock
Düğünden bir önceki gece eğlence düzenleniyor. 8 bekar kadın, gelinin evinde minderlere oturup şarkılar söylüyor. Gelin ise gece boyunca toplam 10 kez ağlıyor. Her ağladığında önüne bir tabak yemek konuyor.
Kabile bunu yaparak, gelinin tüm üzüntüsünü bu evde bırakıp evlilik hayatında sonsuza dek mutlu olmasını amaçlıyor… Söylediğim gibi, bu gelenekler çoğu zaman teorik açıdan masum ve iyi niyetlidirler…
Bana kalırsa bekarlığa veda partisi dediğin tam olarak budur. Elbette kutlarım bu bekarlığın bitişini…. Düşünün ki, evleninceye dek tüm hayatınızı bu salya sümük ayın bir gün geleceği korkusuyla yaşıyorsunuz. Hem de ağlamayı beceremezseniz, anneniz sizi ağlayıncaya dek dövüyor. Evet, bu da geleneğin bir parçası. Ayrıca Çinli annenin vurduğu yerde de zeka ve güzellik bitiyor!
istock
Gelenek adeta matruşka bebekler gibi, içinden bir başka gelenek daha çıkıyor. Çünkü gelinin ağlamasına bağlı olarak onun güzelliği ve zekasına karar veriliyor.
Yetmez gibi bir de geline uğur getireceğine inanılan küfürler ediyor…
Bazı kaynaklarda ise, gelinin evleneceği erkekle arabuluculuğunu yapan kişiye küfürler ettiği öne sürülüyor. Çünkü bir başka Çin geleneği olan ‘Üç kural ve dört erdem’, gelinin kendi evliliğinde söz sahibi olmasını yasaklıyor. Bu nedenle, istemediği bir erkekle evlenmeye mecbur bırakılan kadınlar kendisini damatla tanıştıran kişiye tüm öfkesini kusana dek küfür ediyor. Bu küfür geleneği ise, istemediği kişiyle evlenen gelinin öfkesinin arabulucuyu lanetleyeceği inancına dayanıyor. Bu inanca göre, mutsuz evliliğe vesile olan arabulucu yeterince küfre maruz kalmazsa yaşamı boyunca kötü şans yakasını bırakmıyor.
Elbette bu geleneğin bizim için dikkat çekici yanı, bizim alışkanlıklarımıza nazaran farklılık göstermesidir. Toplum gelenekleri, gelenekler ise toplumu var eder. Bu nedenle geleneklere saygı duymak sahibi olan topluma saygı duymak demektir ve aynı ölçüde elzemdir.