Photo via nationalgeographic.com
SİYASET

Ayırmacı, Ayrımcı ve Irkçı: Jim Crow Yasaları

02 Ara 2022

Literatüre Jim Crow Yasaları olarak geçen ve neredeyse bir yüzyıl boyunca Amerika’nın birçok bölgesinde uygulanan kanunlar ve düzenlemeleri önce ayırmacı, sonra ayrımcı ve daha sonra da ırkçı olarak nitelemek mümkün. Çünkü 19. yüzyıl sonlarından başlayarak 20. yüzyıl ortalarına değin süren uzunca bir dönem içerisinde Jim Crow yasaları ilk olarak ayırmacı ancak eşitlikçi olarak lanse edilse de, 20. yüzyılda ayrımcı boyutu dile getirilmiş ve nihayet ırkçı olduğu itiraza yer bırakmaksızın anlaşılmıştır. Amerikan siyasi tarihinin utançlarından birisi olan Jim Crow Yasaları’na gelin yakından bakalım.

Amerika Birleşik Devletleri’nin en efsanevi başkanlarından birisi ve Cumhuriyetçi Parti’nin ilk başkanı olan Abraham Lincoln’ün köleliğin kaldırılması konusundaki kesin duruşuna karşın, Güney Amerika’daki 11 eyalet Jefferson Davis önderliğinde bağımsızlıklarını ilan etti ve 1861’de Amerika Konfedere Devletleri’ni ilan etti. Amerikan İç Savaşı olarak tarihe geçen bu dönemin arkasında yatan iklimi anlamak için siyasetin yanı sıra ekonomik paradigma değişimlerine de bakmak gerekiyor. Daha açık ifade edecek olursak, köleliğin kaldırılması Güney Amerika eyaletleri için ticari anlamda büyük bir kayıp anlamına geliyordu. Çünkü tütün, pamuk ve şeker kamışı gibi kullanım alanı geniş olan mahsuller Güney’de geniş tarım arazilerinde yetişirken, işçilik kısmında ise Afro-Amerikan siyahiler köle olarak kullanılıyordu.

Abraham Lincoln (1916), by George H. Story via americanart.si.edu
Dönemin Kuzey Amerika’sında ise 19. Yüzyıl başında cılız olan endüstrileşme sürecinin 1850’ler sonrası elektrik, petrol ve çelik kullanımının da fark edilir bir ivme kazandığını not etmek gerek. Ekonomik anlamda yaşanan bir paradigma değişimi, yani endüstrileşme, siyasi alanda da kendini gösterdi çünkü demokrasinin hüküm sürdüğü bir coğrafyada, vatandaşlar istedikleri gibi göç etme ve yerleşme özgürlüğünün yanı sıra, istedikleri yerde çalışma özgürlüğü ve hakkını da doğal olarak kazanır. Bu ise Kuzey Amerika’nın ihtiyacı olan şeydi: serbest iş gücü.

Genel hatlarıyla nedenlerini anlattığımız Amerikan İç Savaşı Lincoln’ün galibiyetiyle son bulduğunda, tahmin edileceği üzere kölelik de son bulmuştu. 1865’ten 1877’e kadar olan Yeniden Yapılanma Dönemi’nde (ing. Reconstruction Era), Lincoln’ün önceden duyurduğu Özgürlük Kararnamesi’ne ek olarak devlet ve toplum yapısında da önemli değişikliklere gidilir. Buna göre kölelikten serbest kalmış birisi beyaz bir vatandaş ile aynı yurttaşlık haklarına tabii tutulacaktır. Hatta bu dönemde daha radikal uygulamalar da söz konusu olmuştur.

Photo via Vox
Amerikan Silahlı Kuvvetleri ile Güney’deki konfedere eyaletleri işgal edilirken, yeniden seçimler düzenlenir. Baskı ve hilelerin yoğun olduğu seçimlerde ise iç Savaş esnasında görevde olan beyazlar men edilirken, Yeniden Yapılanma’yı destekleyenler ile birlikte merkezi otorite Güney’de Cumhuriyetçi yönetimler oluşturulmasına ön ayak olur. Bu yönetimler ise herkesin eşit kullanım hakkı olan ulaşımın geliştirilmesi ve siyahilerin de eğitim öğrenim görebileceği devlet okullarının açılması gibi konularda faaliyet yürütürler.

Image via loc.gov
İşte Yeniden Yapılanma Dönemi’nde siyahilerin elde ettiği hak ve özgürlükler, öyle bir anda tüm toplum tarafından kabul görmemiştir. Bunun en açık örneği ise Jim Crow Yasaları’dır. Adını 1828 yılında beyaz komedyen Thomas Darmouth Rice’in şarkısı ve yüzünü dansından alan Jim Crow, kayıtlara göre 1838’den itibaren siyahileri aşağılayıcı bir biçimde yaygın olarak kullanılmıştır. Toplumda yerleşmiş aşağılayıcı bakış kendini yerel siyaset mekanizmalarında da gösterir ve Yeniden Yapılanma Dönemi’nin hemen ardından Güney eyaletleri tarafından siyahilerin kazanılan hak ve özgürlüklerini kısıtlamak adına yasal düzenlemeler yapılır.

Örneğin 1890-1910 arasında 11 eyaletin oluşturduğu Konfedere Devletler’in içerisindeki 10 eyalet, siyahilerin oy kullanımını ve politik haklarını vergi beyannamesi, okuryazarlık testi, ikametgâh belgesi gibi araçlarla kısıtlayan düzenlemeler yapmıştır. Bu düzenlemeler yalnızca politik alanla kısıtlı kalmamış, toplumsal yaşamı da bu doğrultuda düzenlemiştir. Beyazların ve siyahilerin ulaşım araçlarında farklı yerlerde konumlanmalarını düzenleyen Louisiana eyalet yasasının çiğnenmesi Plessy v. Ferguson davasının konusu olmuştur. En yüksek mahkeme olan Yüce Mahkeme’ye kadar giden davada, Mahkeme’nin sonucu söz konusu ayırmacı düzenlemelerin anayasaya aykırı olmadığı şeklinde olmuştur. Bu karardan sonra ayrı ama eşit (ing. separate but equal) neredeyse bir doktrin halini almıştır.

Photo via nationalgeographic.com
Bu karardan güven alan birçok eyaletin siyahilerin toplumsal yaşamlarını kısıtlayıcı düzenlemeler yaptıklarını ve uygulamaya koyduklarını belirtmemize gerek yok. Öyle ki ulaşım araçları bir kenara, siyahilerin beyazlarla aynı restoranda yemek yemesi dahi mümkün olmamıştır. 20. Yüzyıla gelindiğinde siyahilerin haklarını gözeten sivil toplum hareketleri hızlansa da, ancak 20. yüzyıl ortalarında Jim Crow Yasaları tarihe karışmıştır. Yüce Mahkeme 1944’te ırkçılık kelimesini resmen ilk defa duyarken, 1948’de dönemin Amerikan Başkanı Harry S. Truman orduda ırkçı ayrımcılığı yasaklayan bir karar düzenlemiştir. 1954’te tıpkı Plessy v. Ferguson gibi mihenk taşı niteliğinde bir karara imza atan Yüce Mahkeme, Brown v. Board davasında ayrımcılığı gözeten okulların kalitesi aynı olsa da, böyle bir ayrımın kendisinin anayasaya aykırı olduğu kararını vermiştir. Bu kararla başlayan eşitlikçi ve özgürlükçü iklimin etkisiyle, 1964 ve 1965’te yurttaşlık ve politik haklarını düzenleyen yasaların Kongre’den geçmesiyle Jim Crow Yasaları hukuken tarihin tozlu sayfalarına gömülmüştür.

Kaynakça

©2022 Beyhan&Beyhan Business Solutions Tüm Hakları Saklıdır
Yukarı Kaydır
BUNU OKUMAK İSTER MİSİN?