Araba severlerin diline pelesenk olan bir kalıp varsa o da Volvo’nun oldukça sağlam olduğu olabilir. Yıllardır İsveçli şirketin söz konusu sağlamlık olduğunda rakiplerine fark attığını konuşup duruyoruz, peki ya gerçekler. Gerçekten de Volvo dünyanın en sağlam otomobillerini mi üretiyor yoksa markanın reklam kampanyaları sayesinde algılarımıza artık tamamen sızmış olabilirler mi? Gelin bu sorunun yanıtını hep birlikte arayalım.
Güvenlik ve sağlamlık işte bu iki kelime oluşturuyor İsveçli otomobil üreticisi Volvo’nun marka kimliğini. Nitekim pazarlama çalışmalarında da hep bu iki kavramı öne çıkararak zihnimizde bir şekilde Volvo eşittir sağlamlık gibi bir algının da oluşmasına yardımcı olduklarını söylemek gerekiyor. Tabii Volvo için bu iki önemli kelime sadece ağızdan çıkan, şişirme birkaç söz değil. Öyle ki bu konuda birçok öncü çalışma içerisine de giren Volvo, tehlike anında aracı yavaşlatmak ve herhangi bir çarpışma söz konusu olduğunda hem sürücüleri hem de diğer yolcuları korumak için yazılımlar geliştirmeye devam ediyor, bunun yanı sıra kabini tasarlarken klasik bir yapım sürecinde kullanılan malzemeler yerine oldukça fazla, yüksek mukavemetli bor kullanarak sağlamlığı da güvence altına almaya çalışıyor. Peki, yine de geliştirilen yazılımlar, algılama sistemleri ve kullanılan materyaller, İsveçli üreticiyi dünyanın en sağlam otomobil markası yapmaya yetiyor mu? Yoksa bu artık duymaya alışkın olduğumuz bir mit mi?
Aslına bakarsanız, bazı otomobil markalarının amacı tasarım araçlar üretmek, kimilerinin hızı ortaya çıkarak asfaltları deyim yerindeyse ağlatmak, diğerlerinin ise herkes için bütçe dostu araçlar üretmek olabilir. Ancak Volvo’ya baktığımızda her ne kadar bu kapsamlara önem veriliyor olsa da (diğer araba markaları gibi) İsveçli üretici için öne çıkan her daim güvenlik oluyor. Bu sebeple neredeyse birçok otomobil markasının bağlı olmadığı kadar hem sürücüleri hem de yayaları korumak için güçlü sistemler tasarlamaya gayret ediyor. Nitekim şirketin vizyonun da bu kapsamda belirlendiğini söylemek gerekiyor. Volvo’da hiç kimsenin ölmemesi veya ciddi bir şekilde yaralanmaması, üreticinin hedefi olarak açıklanıyor. Bütün bunlar birleştiğinde ise hem sağlamlık hem güvenlik markanın kimliğini oluşturan temel taşlar haline gelirken bizlerin zihninde de Volvo’nun güvenli olduğuna dair kolay kolay “hayır öyle değil” diyemeyeceğimiz bir fikir yer ediyor.
Tabii bu iki kavramın markanın kimliği haline gelmesi ve bizlerin de Volvo eşittir sağlamlık dememiz son birkaç yıl içerisinde olmuyor. Öyle ki 1927 yılında kurulan marka, kurulduğu ilk günlerden bu yana güvenliğe yatırım yapmaya başlıyor. 1959 yılına geldiğimizde ise bugüne kadar bir milyondan fazla insanın hayatının kurtulmasını sağlayan 3 noktalı emniyet kemeri Volvo mühendisi Nils Bohlin tarafından icat ediliyor. Herhangi bir kaza olması durumunda yolcuları otomobilin içerisinde tutan ve kabin içerisinden savrulmalarını önleyen, nitekim hala daha bir otomobilin en önemli güvenlik unsuru olarak 3 noktalı emniyet kemeri, trafik kazaları sebebiyle meydana gelen ölüm ve ağır yaralanma riskini de %50 düşürüyor. Kısacası hayatımızı bağladığımız emniyet kemeri Volvo ile bütünleşiyor ve bu da Volvo’nun bu konudaki ününün giderek yayılmasını sağlıyor.
Belirttiğimiz gibi kurulduğu ilk günden bu yana güvenlik esasını ilk sıraya alarak otomobil geliştirme süreçlerinin içerisinde bulunan Volvo, 1972 yılına geldiğimizde ise yine bir ilke imza atarak arkaya doğru bakan çocuk güvenlik koltuğunu geliştiriyor. Daha sonrasında ise iyileştirme çalışmalarına devam ediyor, öyle ki marka hiçbir şekilde güvenlik açığı vermek istemiyor. Bu düşünce ile birlikte hava yastıklarının entegrasyonunu da geliştiren İsveçli marka, dünyanın yan darbeye karşı geliştirilen ilk hava yastıklarını kullanan otomobil markası olmasıyla da tarihe adını yazdırıyor. Kısacası “en sağlam” otomobil markası unvanını almak için sırtını sadece pazarlama çalışmalarına dayamayan ve üretim ve geliştirmede de bu unsurların önemini ortaya çıkaran Volvo, bu algının oluşmasına gerçekten insan hayatına önem vermesiyle katkı sağlıyor.
Sadece yolcuların değil yayaların, hayvanların ve bisikletlilerin de güvenliğini ön plana alan marka, bu doğrultuda da 2008 yılında şehir güvenliği sistemini geliştiriyor. Bu sistem, çarpışmaları önlemeye çalışırken trafik kazası sonucu meydana gelebilecek hasarı da minimize etmek için aracın otonom fren yapmasına olanak sağlıyor. Ayrıca bahsettiğimiz gibi sadece trafikteki diğer otomobilleri değil, yayaları, sürücüleri ve hayvanları da algılayacak ve gerekli önlemleri alacak bir sistemin, kendisi dışındaki markaların da üretim sürecine dahil olmasına neden oluyor.
Fabrikalarındaki simülasyon sistemleri sayesinde önden, yandan ve arkadan çarpışmaları test eden Volvo’nun bu çalışmaları İsveçli markanın güvenliğe gerçekten son derece önem verdiğinin bir kanıtı oluyor. Marka ayrıca, simülasyon bir yana çarpışma testinden başarı ile geçen araçları da trafiğe dahil ettikten sonra onların durumlarını bir an olsun kontrol etmekten vazgeçmiyor. Öyle ki otomobil üreticisinin kurmuş olduğu Volvo Cars Trafik Kazası Araştırma Ekibi 7/24, İsveç’te Volvo ile bir kazaya karışılması durumunda olay yerine anında müdahale ediyor ve kazayı analiz ederek, bundan sonraki geliştirmeler için veriler topluyor. Kısacası geçmişinde de bugün olduğu gibi söz konusu güvenlik olduğunda devrim niteliğinde çalışmalar gerçekleştiren Volvo, logosunda yer alan çelik şeridin hakkını veriyor ve insanları hayata bağlama konusunda dünyanın en iyisi midir bilinmez ama en çok çaba gösteren otomobil markası olmayı başarıyor.