Önümüzdeki 5 gün boyunca
KÜLTÜR/SANAT

Bir Tarih Trajedisi: İkinci Kısmı ile KULÜP

10 Oca 2022

5 Kasım 2021 tarihinde Netflix platformu aracılığıyla izleyicisi ile buluşan Kulüp dizisi, en iddialı Türk yapımları arasındaki yerini 6 Ocak tarihinde yayınlanan ikinci kısım bölümleriyle iyice sağlamlaştırmış oldu. İlk kısmı ile bizleri ekrana kilitleyen, merak ettiren ve izleyiciyi adeta 1950’lili yılların İstanbul’unun içine sürükleyen dizi, ikinci kısmı ile izleyiciyi çok daha gerçek bir olaya şahit etmiş ve acılarla dolu tarihi bir olayı, duyan duymayan herkese yeniden hatırlatmıştır. Hadi gelin, 5 Kasım 2021 tarihinde hayatımıza giren ama hayatımızdan asla çıkmayacak olan Kulüp dizisinin ikinci kısmına biraz daha yakından bakalım.

3 Bardak

Fikrimce bu türde bir diziyi yalnızca en iddialı Türk yapımları arasında değerlendirmek pek adil olmayacaktır. Çünkü hem senaryo hem mizansen hem de cast anlamında oldukça başarılı bir yapım olarak ortaya konan Kulüp dizisi, tüm bu sinematografik dinamikleri ile genel izleyici kitlesine hitap eden bir festival filmi tadı vermekte. İşte bu yüzden tek isimle biz izleyicilere; dönem, müzikal ve dram gibi film türlerini tek bir kapta sunan diziyi küçük çapta değerlendirmemek gerekmektedir. Yine fikrimce dönem dizileri konusunda bir hayli başarılı olduğunu düşündüğüm Türk yapımcılarının, bu konuyla alakalı meziyetlerini bir defa daha kanıtladığı Kulüp dizisi, final bölümüyle meraklı izleyicilerini göz yaşlarına boğdu. Netflix, ne kadar global çapta bir platform olsa da dizinin özellikle hitap ettiği kitle olan Türk izleyicisini can evinden vurmayı başaran Kulüp, toplamda 4 bölümlük final kısmıyla izleyicilerin gönlünü fethetmeyi başardı. Peki, neydi izleyiciyi bu kadar yükselten unsur? 

Eminim ki diziyi izleyen okuyucular o konuya değinmem için satırlarımın başından beri sabırsızlıkla bekliyorlar, tıpkı benim yazıyı yazarken sabırsızlandığım gibi… Muhtemelen ülkenin büyük bir çoğunluğunun bilmediği tarihi bir trajediye değinen Kulüp dizisinin ikinci kısmında, 1955 yılında gerçekleşen 6-7 Eylül olaylarına muazzam bir şekilde parmak basılmakta. Gerçek görüntü ve fotoğraflarla neredeyse aynı olan sahneler, biz izleyicileri alıp 1955 yılında yaşanan haksız, cani ve asılsız bir ayaklanmanın tam göbeğine sürüklüyor adeta. Dizinin, izleyicileri hem zihnen hem de duygusal olarak tatmin edişine değinmeden önce izninizle 1955 yılında gerçekleşen 6-7 Eylül olayları için hatırlatıcı bir not geçmek istiyorum. 

1955, İstanbul Pogromu
Tarih sahnesinde “İstanbul Pogromu” olarak da rastlayabileceğiniz 6-7 Eylül olayları, 1955 yılında İstanbul’da yaşayan Rum kökenli azınlığa karşı gerçekleştirilen ve asılsız bir nedene dayandırılan örgütlü bir toplu saldırı olarak karşımıza çıkıyor. Her ırkın bir arada, omuz omuza ve güvenle yaşadığı 1950’ler İstanbul’una korkunç bir leke çalan bu olay, suçları yalnızca Türk olmamak olan birden fazla insanın, son derece cani bir şekilde canından olmasına neden oldu. Türk basınına yansıyan asılsız haberler, olayın en büyük tetikleyicisiydi. “Atamızın evi bomba ile hasara uğradı!” manşetleri ile gazetelerde boy gösteren olay, multi-kültürel yapılanmadan rahatsız olan Türk halkı kesimini galeyana getirmek için son derece yeterliydi. Sözüm ona Atatürk’ün Selanik’teki evinin Yunanlılar tarafından bombalandığı haberleri, İstanbul’da korkunç bir insan katliamına yol açmış ve maalesef ki bu olay hem Türk hem de dünya tarihindeki trajik lekeler arasındaki yerini almıştır.
 

Mathilda ve Selim Güngör
Peki, kulüp izleyicileri bu üzücü olaya nasıl şahit oldu dersiniz? Hem diegetic, yani hikaye evreni içindeki unsurlarla hem de un-diegetic, yani hikaye evreninin dışında bulunan ögelerin (müzik vb.), son derece efektif ve gerçekçi kullanımı sayesinde ana hikaye ve tarihi olayı aynı kapta harmanlayan dizinin asıl meziyeti, yaşanan olayı hikayeye entegre etmek değil, ana hikayeyi ve karakterleri bahsi geçen trajik olaya entegre etmek olmuş fikrimce. Saptırmadan, abartılmadan ve olduğu gibi anlatılan tarihi olaya yerleştirilen dizi karakterlerinin, kendilerini korkunç bir saldırının içinde bulduğunu söylemek mümkün. Serinin final ve açıkçası en vurucu sahneleri olan İstanbul Pogromu sekansını, dizinin hem teknik hem de duygusal haz açısından doruk noktasına ulaştığı sekans olarak ele almak mümkün. 

Fıstık İsmet ve Raşel
Cehenneme dönmüş İstanbul sokakları, her yanı kundaklanmış esnaf dükkanları, sokaklardan yükselen dumanlar, kanla boyanmış asfalt derken, önce annesini öldüren sonra da kendinin de içinde bulunduğu odayı alevlere veren Orhan, Raşel’i bulmak için agresif kalabalığın içinde saldırganlardan dayak yiyen İsmet, annesine ulaşmak için çıktığı yolda kızgın kalabalığın arasında kalan ve doğum yapmak üzere olan Raşel, kızını bulmak için kalabalığa aldırmayıp her yanın yandığı İstanbul sokaklarında Raşel’i arayan Mathilda ve tabii ki Bahtiyar’ın tecavüzünden kaçarken saldırganlara yakalanıp öldürülürcesine dövülen Tasula ile agresif kalabalıktan nasibini alan Bahtiyar’ın hikayesine şahit olan izleyici için final bölümü, duygu yoğunluğunun zirve yaptığı bir bölüm olarak bizlerle buluştu.

Çelebi ve Mathilda
Kötü olanın en iyi olduğu ve iyi görünenin ise en kötü kalpli olduğunu ortaya çıkaran dizi, bizleri hiç umulmadık bir aşk hikayesinin de içine sürüklüyor. Mathilda’nın “Çaycı Aziz” olarak bildiği Çelebi karakteri, Mathilda’ya duyduğu büyük aşkı sonunda itiraf ediyor ve buzlarla kaplı kalbinin, aslında alev alev yandığına biz izleyicileri mükemmel bir şekilde ikna ediyor. İzleyicinin ikna olmasını sağlayan en büyük etken ise “Beni görmeni istedim, Mathilda” repliği ile ortaya çıkıyor. Bu replik ile yalnızca Mathilda’ya değil tüm izleyici kitleye kendini gösteren Çelebi, karakter gelişimini de tamamlamış ve elbette yıllarca içinde büyüttüğü aşkına kavuşmuş oluyor.

Çelebi
Tam anlamıyla bir tercihler silsilesi olan son 4 bölüm, Raşel’in aşkını mı yoksa ailesini mi seçeceği, Orhan’ın yaşamı mı yoksa ölümü mü seçeceği, Selim’in kibri mi yoksa var olanla yetinmeyi mi seçeceği gibi ihtimalleri önümüze sunuyor. Bunun yanı sıra Çelebi’nin yıllarca içinde büyüttüğü aşkı itiraf etmeyi seçtiği, Mathilda’nın ise “gerçek” ailesinin yanında kalmayı tercih ettiği ve bizi daha nice tercihlere şahit eden dizi, yine biz izleyicilere, hayatın yaptığımız tercihlerden ibaret olduğunu muazzam bir şekilde anlatmakta. 
 
Aile, aşk, hayatta kalma ve var olma mücadelesi, sırlar ve gizemler derken 1950’li yılların İstanbul’unda hem sıra dışı kültürleri iç içe barındıran hem de biz izleyicileri oldukça nostaljik bir yolculuğa çıkaran dizinin profesyonel oyuncu kadrosundan bahsetmeden geçmek, çok büyük haksızlık olacaktır diye düşünmekteyim. Özellikle Gökçe Bahadır ve Salih Bademci’nin performansları ile devleştiği Kulüp dizisi,Fırat Tanış’ın ustalıkla bezenen oyunculuğu, Metin Akdülger’in büründüğü kimliğin hakkını sonuna kadar verişi, Barış Arduç’un tek tipleşen prime time jön rolünden sıyrılışı ve tabii ki Asude Kelebek’in içimize işleyen oyunculuk performansı ile biz izleyicilere adeta bir görsel şölen sunan dizi, tam anlamıyla kaliteli, doğru ve başarılı bir yapım örneği teşkil ediyor.
 
 
Sözlerimi hala Kulüp dizisini izlemeyenlere seslenerek sonlandırmak istiyorum. Eğer siz de Kulüp’ü izlemek ya da izlememek adına bir tercih yapmak üzereyseniz, tercihinizi hangisinden yana kullanmanız gerektiğini bence çok iyi biliyorsunuz. Şimdiden iyi seyirler diliyorum, sevgili BOBOscope okurları…

©2022 Beyhan&Beyhan Business Solutions Tüm Hakları Saklıdır
Yukarı Kaydır
BUNU OKUMAK İSTER MİSİN?