Önümüzdeki 5 gün boyunca
SCOPE

Benlik Refleksi

04 Ara 2021

Doğduğumuzda reflekslerimiz; emzirme, yutkunma gibi en basit yaşamsal faaliyetlerimizi destekleyecek kadar asgari çalışır. Bir şeyin düşeceğini görmek ve havada tutma kombinasyonu hem deneyim hem de gelişkin ve tam çalışan bir sinir sistemi gerektirir. Eşyaları kırılmaktan korumaktan tutun da olası kaza anında bizi kenara atarak bir aracın bize çarpmasından kurtaracak kadar önemli bir fonksiyonumuzdur refleks. Refleksin bu işlevini buradan çekip, hayatta birilerinin kalbimizi kırma ihtimalini savurmak üzere gelişen ‘benlik refleksi’ gibi bir tanım kurgularsak, bu bize nasıl farkındalıklar katabilir acaba? Hadi gelin, birlikte didikleyelim!

2.5 Bardak

Refleks dediğimiz kavramın içi, bizi sadece fiziksel yaralardan kurtaran ya da eşyalarımızın kırılmasını önleyen elementlerle dolu olmaz. Biz deneyim kazandıkça, iş hayatımızda dahi bizi farkında bile olmadan aksaklıklardan korur reflekslerimiz. Risk farkındalığına sahip oluruz ve riski yönetebiliriz. Bunu farkında bile olmadan yapmamız çok enteresan değil mi? Ne biz, ne de başkası fark edebilir genellikle bunu... Elbette yere düşen bir bardağın yüksek ihtimalle kırılacağı bellidir. Fakat, iş ilerleyişimizde minik de olsa bir durumu kurtarıp rayına oturtmak bir bardağı havada yakalamak kadar havalı gözükmeyebilir. Refleks, bir sürece dahil oldukça anlık tepkiler yerine karakterimizi oluşturmaya başlar. Hatta an’ı öyle güzel yönetmeye başlarız ki ani bir reflekse gerek kalmaz.
Aslında bir bardak bizim için önemli olmasa bile onu havada tutmak beynimizin bir tepkisi. Bazen bardağı tutmak isteyip istemememizin bile bir önemi olmaz. Havada tutmuş oluruz ve eğer bir kafede bunu yapmışsak bize teşekkür ederler. Biz ne olduğunu bile anlamadan rica ederiz ve refleksimizi üstleniriz. Peki ya hayatın genelinde? Örneğin, kalbimizin kırılmaması için bir refleksimiz var mı? Aslına bakarsanız durumlar tam da burada bir nebze karışır. Kaldı ki, aslında bizim kalbimiz kırılmaz da -tabii biz istemediğimiz sürece. Küçüklüğümüzden beri bizlere dış dünyadan işlenen ve çoğu bizim doğamıza uygun olamayacak bilgiler (tüm uyaranların bize uygun olması imkansızdır ama bize işler) bizde sahte refleksler oluşturur.

Maalesef bu refleksler de kırılacak bir bardağı havada tutmaya benzemez. Daha ortada bardak bile yokken, bir bardağı kırılmasın diye savunmaya kadar gidebilir bu durum. Etrafta olup bitenleri yorumlamaktan doğan birçok varsayıma tepkiler oluştururuz. Belki de insanların demediği ya da hiç demek istemediği anlamların karşısında pençelerimizi çıkartırız bu geliştirdiğimiz refleksle. Bizi korumak için kodlanmış olan bu sistem, insan olma deneyimimizde davranış modellerimizi ve duygulanım durumumuzu bozup, ilişkilerimizi net görememize neden olabilir. Bu bozulmuş refleksi nasıl tanırız peki? Örneğin; sırf kırılmamak için geliştirdiğimiz bir refleks, bize denen bir şeye tepkisel olarak 'yoo! ne alaka! şeklinde çıkar. Direkt olarak savuştururuz bize denen bir şeyi. Bizi rahatsız eden minik bir şeyi direkt reddederiz. Düşünmeyiz bile.
Tanıdık geldi mi? Buna benlik refleksi adını verebiliriz. Benlik refleksi de aynı o kafede otonom sistemimizle otomatik bir şekilde bilmeden yakaladığımız bardak gibi istemsizce vuku bulur. Duygulanım sistemimizi bu şekilde koruruz işte. Üzülmekten korumuş oluruz kendimizi, üzerine düşünmekten koruruz. Daha doğrusu koruduğumuzu sanarız. Bu otomatik davranış şekline kendimizi alıştırmışsak, belli bir süre sonra hemen tüm davranışlarımız kemikleşir. Esnekliğimizi kaybederiz. Oysa hepimiz doğuştan, doğa gibi esneğiz. Organik halimiz budur. Fırtınalar çıkar, içimizde ağaçlar kopar ama yenileniriz. Hatta doğanın yenilenmesi ve deşarj olması için deprem olması şartsa, aslında bazen sarsılmamız da gerekir.

Benlik, içine kendimizi koyduğumuz sınır gibi düşünülebilir. Nasıl sabunluğa sabun konursa, biz de bir benlik yaratıp içine otururuz. Pek de düşünmeyiz, bu benlik bana göre mi? Belki sınırlarımızı genişletmemiz belki de insanlara yakınlaşmamız lazım olabilir kendimize daha iyi gelmek için. Fakat, kendiyle uğraşmaya hevesli insanların sayısı pek de fazla olmaz. Herkes benliğini korumak ister. Benliği özüne uymasa bile… İşin garip yani, benlik refleksimiz sadece kendini korur. Onu oluşturan şeyleri korur, çünkü onlar olmazsa ne yapacağını bilemez. İç rahatsızlıklarını başkasına yükler ve geçici rahatlıklar sağlar. Sıkıntısı da asla bitmez ama… Hatta kurulan yalancı benlik, onu gitgide daha da rahatsız eder. Sıkan bir pantolon gibi…

Kırılmaktan korkmak, bizi hayata karşı kırmaz mı peki? Devamlı bir şeylerin bizi kırabileceği hissi. Sürekli bir gard hali… Belki de bizi inciten budur. Etrafımızdaki insanlar bizim güzel bir aynamız olabilirler. İçeriden kendimizi görmek her zaman basit değil. Dışarıya arada kulak vermek ve bununla kendi içimizi yoklamak, neyi neden hissettiğimizi, kodlarımızı okumak, bize muazzam bir güven verir. Tabii, dış uyaranlarla ve koruma (güvenlik) kalkanları ile donatılmış benliğimiz zaten dışarıdan korumak için oluşmuşken, ‘bunu aşma şeklimiz dışarıya kulak vererek nasıl olacak ki?’, diyebilirsiniz. Aşının içinde nasıl, mikrobunun da zehri varsa, bu sefer de bilinçle kendimizi sosyal bir insan olarak kendi özümüzden gelen benliğimize hazırlamalıyız. İçinde rahat edeceğimiz kıyafetler bulmak, denemek, değiştirmek çıkartmak gibi…
En rahatını bulana kadar. Hayat bizim sonuçta, ‘Bu benlik tam benlik mi?’ diye sormaktan bir şey çıkmaz… Elbette benliğimiz her zaman değişebilir de… Bir tabutun içinde yaşamaktansa merkezli ama esnek bir benlik daha rahat gibi duruyor zaten… Öyle değil mi ama?
©2022 Beyhan&Beyhan Business Solutions Tüm Hakları Saklıdır
Yukarı Kaydır
BUNU OKUMAK İSTER MİSİN?